Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


~ Aşağıdaki İlan Panosu, yeni duyuru eklendiğinde kızaracaktır. Güncel duyuruları oradan takip edebilirsiniz.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Seçme Töreni ve Açılış

Aşağa gitmek 
+12
Lucianna Anabelle Lincoln
Angie Lilith McCullers
Nylénia Ethel Calanthe
Issa Philippe
Jennifer N. Blanchett
Jaycee Solynna Campbell
Josette le Lieth
Jeremy Nathan Blanchett
Dea Reese Deep
Romina M. Levy
Inari Umi Okinawa
Christina A. Carlisle
16 posters
YazarMesaj
Christina A. Carlisle
Kara Büyü Profesörü ve Slytherin Bina Sorumlusu
Christina A. Carlisle


Mesaj Sayısı : 232
Yaş : 35
Rp Yaşı : 25
Kan Statüsü : Safkan
Desteklediği Taraf : Karanlık Taraf
En Belirgin Özelliği : Soğuk ve Gizemli
Kayıt tarihi : 03/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimeÇarş. Kas. 12, 2008 8:43 am

'Hayır diyorum Braid, okul buna hazır değil.'
"Chris anlamıyorsun, Hogwarts bizim! Diğer binalara neden ihtiyacımız var ki?!"
'Slytherin'e olan bağlılığımı sende çok iyi biliyorsun fakat müdür de bizden yanayken, işleri berbat etmene izin veremem Braid. Zamanı gelince o da olacak, sen hiç merak etme.'

Memnuniyetle çehresine yerleştirmiş olduğu mimikleri, ölüm kadar soğuk tenli bu cadının bedeninde tutku buluyordu sanki. Az önce sarf ettiği kelimelerin, Hogwarts Şato'su içerisinde gerçekleşeceği zamanı kendi de Braid kadar umutla bekliyordu fakat sabretmesi gerekti. Belki de bu şatoya ayak bastığı andan itibaren zihninde iştahla kabarmaya başlayan o karanlık duygularının tamamen hayata geçeceği anlardan biri olacaktı onun için ve bir dönüm noktası, fakat her yükselişin bir düşüşü de vardı Chris'e göre; bütün planlar bunu da düşünerek uygulanmalıydı o yüzden. Bir hüsran yaşamak istemiyordu, asla... Her zaman ki favori cüppesi içerisinde salınarak ilerlerken, Büyük Salon'un devasa ve üzerine bina motiflerinin işlenmiş olduğu görkemli kapısından atıyordu adımını. Salona girdiği anda rahatsızca ona dönen çehrelere aynı tatsızlıkta bir bakış attı. Hogwarts'ın temizlenememiş Profesör'lerinin Chris'ten hoşlanması beklendik bir şey değildi tabi ki fakat konu öğrenciler olunca; tahammül sınırlarını zorlaması gerekiyordu. O mugglevari yeni yetmelerin bulanık takıntılı ebeveynlerine işkence ederek öldürmüşçesine bir tavırla kendine bakmalarından nefret ediyor, zamanı geldiğinde hepsinin gereğinin yapılacağını bildiğinden tutmaya çalışıyordu kendini. Sonunda, asil Slytherin'lerin parıltılı bakışları ona doğru dönerken bedenini kaplayan fakat aynı zamanda karanlık yanını da kırbaçlayan o huzur verici hissin yayıldığını hissetti her bir zerresine. Hafifçe öğrencilere tebessüm ederek Profesör masasına yönelirken ise, aniden kesilen sohbetlere karşılık umursamazca tebessüm etmişti sadece. Bugün ki sohbet konuları, Büyük Salona hakim olan yeşilin tonları ve diğer binalara ait süslemelerin en aza indirgenmesiydi belki de ama daha ileriye gitmedikleri için de Merlin'e şükrediyor olabilirlerdi tabi, o da ayrı.. Bedenini yavaşça kendine ayrılmış koltuğa bıraktı ve kapının hemen önünde ona işaret vermek için bekleyen Braid'e dikti bakışlarını. Bodur ve bir o kadar da şişman adam, çehresine yerleştirdiği rahatsız edici bir ifadeyle ona başını sallarken, beklenmedik bir şekilde ayağa kalkarak asasını doğrulttu kendine doğru; Sonorus

'Öncelikle Hogwarts'a Hoşgeldiniz! Müdür Marchill Zarëch Hussman okulda bulunamadığı için, açılış konuşmasını ben yapacağım.' Yumuşak fakat bir o kadar da otoriter sesi salonda yankılanırken, kalabalığın tamamen sessizleşmesini bekliyordu. 'Sizi en uygun ve büyü dünyasına yaraşır bir biçimde eğitecek olan okulumuzun kapılarını sonuna dek açmaktan kıvanç duyuyorum. Ben Slytherin Bina Sorumlunuz ve Kara Büyü Profesör'ünüz Christina Adrianna Carlisle.' Kalabalıktan yükselen ani sesler nedeniyle, birkaç saniye bekleyerek salona göz gezdirdi. Belli ki Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersi yerine, yanlışlıkla Kara Büyü dediğini düşünen ahmak bir grup vardı içeride. 'Evet, Kara Büyü. Müdürünüz Marchill Zarëch Hussman ile tecrübeli Profesörlerimizin onaylanmış kararı sonucu Karanlık Sanatlara Karşı Savunma ve Muggle Bilimleri dersleriniz gereksiz görüldüğünden ötürü kaldırılmıştır.' Az öncekine kıyasla şimdi çok daha yüksek bir uğultu oluşmuştu bina masalarında fakat buna daha fazla izin vermeyecekti Chris;

'SUSUN!' Anında kesilen gürültüye inatla, çehresine yayılan sahte bir gülümseme oturtmuştu mimiklerine. Halinden memnun Slytherin binası ile Ravenclaw binasının hatrı sayılır bir kısmı dışında fısıldaşan öğrenci grupları görülebiliyordu hala, fakat aldırmadan devam etti aynı ifadeyle; 'Şimdi, zaten yeterince heyecanlı olan birinci sınıfları daha fazla bekletmeden; Kapılar açılsın ve Seçme başlasın!' Yavaşça yerine otururken, Profesör masasında dahi yapılan dedikoduları duyabiliyordu..


__________

* Seçmen Şapka Rp'lerinizi bu başlık altına bırakabilirsiniz..


En son Christina A. Carlisle tarafından Çarş. Kas. 12, 2008 9:13 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Inari Umi Okinawa
Gryffindor I. Sınıf
Inari Umi Okinawa


Mesaj Sayısı : 123
Yaş : 38
Evcil Hayvanı : Yuki(Pigme bir Unicorn)
Lakap : Kuroi Neko(Kara Kedi)
Rp Yaşı : 11
Kan Statüsü : Safkan
Desteklediği Taraf : Aydınlık Taraf
En Belirgin Özelliği : Hırsı
Kayıt tarihi : 11/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimeÇarş. Kas. 12, 2008 9:03 am

Küçük kız yavaş yavaş okuldan girdiği vakit kendinden emin tavırlarla büyük salondan içeriye girdi. Are? Bedenine çarpan bir çocuk...Elini ona kaldırarak Baka!Yurumeru ha? (Aptal dikkat etsene) Sonra ağzını kapattı. Upss...Harika İngilizce'ye alışmam zaman alacak.Kusooo(Lanet olsun)! Odaya girer girmez masalardan birine yerleşecekken kendisini el haraktiyle çağıran bir kadın vardı. Parmağı ile kendisini gösterip Nande?Bokuu?(Ne?Ben mi?) İstemeye istemeye yüzünü asıp gözündeki gözlüğü düzeltti.Birkaç saniye sonra tabureye çıktı.Şapkanın kafasına değdiği an içini bir ürperti kapladı. Yine aynı his... Bir anlık bir parıltı.Kocaman genç bir kız.Siyah saçları rüzgarla uçuşurken suyun kenarında sessizce duruyor.Bir göl belki de başka bir şey.Elini suya sokarken arkasından yaşı oldukça büyük bir adam.Kızın omzuna dokunuyor ve görüntü şeffalaşarak yok oluyor. Umi kafasındaki şapkanın sesini duyduğu an bu imgelerine odaklanamadı Are?Bu da ne? Şapka garip garip konuşmaya başladı Hmm...Demek İmgeler he?Fazla düşünüyorsun çocuğum.Cesaretini değerlendirmek lazım.Kitapların ve zekan muhteşem.Gryffindor! Kız bir şey anlamadan tabureden atlayıp Gryffindor masasına yöneldi. Ne diyor bu yahu?


En son Inari Umi Okinawa tarafından Perş. Kas. 20, 2008 7:10 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://darksideofhogwarts.yetkin-forum.com/lejant-f6/inari-umi-o
Romina M. Levy
Slytherin I. Sınıf
Romina M. Levy


Mesaj Sayısı : 258
Yaş : 35
Rp Yaşı : 11
Kan Statüsü : Safkan
Rp Partneri : İstemiyor.
Kayıt tarihi : 07/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimeÇarş. Kas. 12, 2008 10:26 am

Kings Cross istasyonunu, önündeki 7 yıl boyunca hatırlamak için zihnine kazımaya çalışır gibi bir hali olan sarışın cadı, arkasından sandığının durduğu arabayı iterek gelen babasına seslendi ve serzenişi yüksek tavanlı alanda yankılanarak yok oldu: “Baba çabuk! Saat kaç haberin var mı? Kompartımanlar dolmadan cam kenarında bir yer bulmak istiyorum.” “Romina, Salazar aşkına yavaş ol. Daha hangi peronlar arası-” “Dokuzuncu ve onuncu arasındaki sütun demiştin.” Yüzünde alaycı bir tebessüm vardı. “Tamam, pes ediyorum. Nedense seni bir süre özlemeyecekmişim gibi geliyor ‘Mina.” Romina hızlı adımlarını aniden durdurup olduğu yerde geri döndü ve onu bırakır bırakmaz Bakanlık’a koşacağını bildiği adama, sevgili babasına öldürücü bir bakış attı: “Ben de sana mektup atmam öyleyse, binamı da öğrenemezsin.” Adam, kızınınkilerin kopyası olan soluk mavi bakışlarında alaycı bir yorgunlukla göz devirdi ve içinden geçecekleri sütunun önüne doğru arabayı ilerletip mırıldandı: “Bence binan çoktan belli canım…”

Eylül ayının ilk günkü serinliğini biraz kırması için üzerine aldığı ince hırkayı çıkardı Romina, babasına şöyle bir bakıp arkasından *bu sefer içtenlikle* gülümserken. Önlerinde uzanan sonbaharın biraz sert geçeceğini haber verdiğini sandığı sabah ayazı, akrep 12’ye yaklaştıkça etkisini kaybedip küçük cadıyı bunaltmıştı. Ilık bir bahar günü sanrısı yaratmış berrak mavi gökyüzü, birkaç dekoratif bulutla süslüydü ve güneş, önceki gece kopan fırtınadan habersizmiş gibi sükunetle parlıyordu. Hogwarts’a başlamak için iyi bir gün olduğu söylenebilirdi, gerçi o, okulun ilk gününün hep sağanak bir yağmur eşliğinde geçip gideceğini sanmıştı ama böylesi de iyiydi. Siyah renkli eteğini ve beyaz bluzunu düzeltip, o gün açık bıraktığı saçlarının şekilli dalgalarına bir kez daha çeki düzen verdi Romina. Heyecanlı mıydı? Hayır. Eh, kendisine yalan söylemezdi; çok heyecanlıydı. Sadece soğukkanlı imajını bozmamak adına senelerdir okula gelip giden bir öğrenci gibi davranıyordu ama babasının, içinden geçmesi için ona öncelik verdiği sütuna bakarken çarpıp çarpmayacağı konusunda bir kez daha düşüncelere boğuldu. Koyu renkli yıpranmış tuğla örgü, önünde tehditkar bir biçimde yükselmekteydi ve gözlerinin önüne hızlı adımlarla bir sütuna ilerleyip, çarpar çarpmaz yere yıkılan görüntüsü gelince kafasını iki yana salladı. Bir dolu insan aptal bir taşın içinden geçip gidebiliyorsa o haydi haydi geçerdi. Yüzünde sakin bir ifadeyle adımlarını sekteye uğratmadan taşın içine doğru hızlandı ve gözlerini yumdu. Çok dar bir yerden geçmeye çabalıyormuşçasına bedenini saran sıkışıklık hissi bir saniyede geçip gittiği zaman, gözlerini açtığında gördüklerini yaşam boyu hatırlayacağına inanıyordu.

Büyücüler arasında yetişmişti Romina; sihire, asalara, garip giyimli insanlara, görülmemiş yaratıklara ve onlardan habersiz tüm muggleların aklının almayacağı hemen her şeye. Ama Hogwarts Ekspresi’nin kalın, beyaz bir duman bulutu içinde yer yer beliren kızıl-siyah görüntüsü ona bile heyecan veriyordu. Yanında sandığı ile belirivermiş babasına başını kaldırıp baktı ve her zamanki burnundan kıl aldırmayan görüntüsüne bir ara verip dişlerini gösterdi. Adamın yüzünde vakur ve hoşnut bir gülümseme vardı, trene doğru yrürlerken, adam kızın annesinin neden istasyona gelir gelmez döndüğünü açıklıyordu ona: “Annen de seni yolcu etmek isterdi ama bugün acil biri işi çıktı ‘Mina, ağabeyinin zaten antrenmanı var. Bu seferlik benimle idare et olur mu? Hem Kings Cross’a geldi, sadece treni bekleyecek vakti yoktu o kadar.” Romina, sandığına bağlı olan kedi sepetinden henüz çıkardığı gri yavrunun kabarık tüylerini okşarken somurttu: “Ya tabi. Neye vakti var ki zaten? Bugün benim ilk okula başladığım gün, alışverişimi yaparken bile bir yerden sonrasını kendim halletmek zorunda kaldım. Yapamayacağımdan değil, sadece öncelikleri konusunda ciddi ciddi düşünmesi gerek bence.” Çenesini mağrurca yukarı kaldırıp etrafı süzüyordu bunları söylerken, omzunda babasının elini hissedince bakışlarını uzun boylu adamın yüzüne çevirdi. “Çok büyük laflar bunlar, benim kızım hepimizi hizaya getirecek anlaşılan.” Romina baştan savma gülümseyip tekrar aileleriyle vedalaşan çocuklara baktı babasını yanıtlarken: “Hiç öyle bir niyetim yok… Her neyse. Binsem iyi olur baba, iyi bir yer bulmak istiyorum da.”

Babasının, binası belli olur olmaz mektup atmasını hatırlatan sözlerini “Tamam!” demekle yetinerek kesti ve yanında ufacık kaldığı boylu poslu adama sarıldı. Bir sene boyunca evden uzakta kalacak olmak onu hem heyecanlandırıyor, hem de biraz üzüyordu. Kollarını adamın bedeninden ayırıp trene doğru yöneltti adımlarını. Aile özlemi çektiğini ölse belli etmezdi, bu da durumu biraz daha zorlaştırıyordu. Trene binmek için tereddüt eden kızıl saçlı bir oğlanı hızla solladı ve basamakları seri bir halde tırmanıp koridora daldı. Emin adımları siyah babetlerinin ritmiyle geldiğini haber verir gibiydi, içinde bir kişi dahi olan tüm kompartımanları es geçerken iki vagon kadar ilerlemişti neredeyse. Sıcak tonların hakim olduğu tek tip bölmelere göz atarken, hoşnutsuzluğu her saniye artıyordu. Gidilen yolun ters tarafına oturmaktan nefret ederdi, koridor kısmına oturmaktan da öyle. Cam kenarında, artlarında bıraktıkları değil gittikleri yolu görebileceği bir yer bulana kadar yürüyecekti gerekirse. Fazla beklemesine gerek kalmamıştı, önündeki öğrenci kalabalığının kazara es geçtiği boş kompartımana memnuniyetle dalıp sandığını bırakırken, kedisi de konforlu bir yer bulmak adına tırnaklarını döşemelik kumaşa geçirmekteydi. Geride kalanların bağıra çağıra el sallayarak bekledikleri perona bakan pencereden sarkıp, az ileriden kızını gözüne kestirmeye çalışan babasına seslendi: “Buradayım! Yer buldum!” Sözleri, trenin kalkışını belirten düdük sesi ardında silinip gitmişti. Lokomotiften gelen ritmik ses giderek hızlanırken, ağır ağır ilerlemeye başlayan trenden sarkan onlarca bedenden biri olan kız hızla el salladı siyah, iyi cüppeli adama. Sesini duyurma çabasında, binasını haber veren bir mektup yollayacağını söylerken bir yandan da yerine geçen biri olup olmadığını kontrol ediyordu. 9 ¾ peronu giderek ufalırken oyalanmadan kompartımana girdi Romina. Bundan sonra tek başınaydı…

***

Annesine, babasına hatta ağabeyine günlerdir anlattırdığı salonda dikilmiş bekliyordu nihayet… Sorunsuz bir yolculuk, birkaç yeni yüz, kayıklarda tedirgin geçirdiği dakikalar ve Büyük salon’un kapılarının açılmasını beklerken yaşadığı heyecan, yerini bambaşka bir gerginliğe bırakmıştı. Tepelerinden sallanan binlerce göstermelik mum ve onların gerisinde, gökten kesilmiş bir parça gibi görünen tavan, heyecanını dindirmeye yetmiyor, gözünü sanki sadece ona dikmiş gibi olan bir yığın öğrenci sinirlerini büsbütün zorluyordu. Evde günlerdir yapılan Slytherin ve Ravenclaw iddialaşmaları, kızın bunu basit bina seçimi değil de bir onur meselesi olduğunu anlamasına yetip de artmıştı. Slytherin’den başka bir binaya girerse onu evlatlıktan reddedecek gibi bir hali olan babası, daha ılmlı yaklaşıp Ravenclaw’u da listeye ekleyen annesinden biraz daha yorucuydu. Abisi ise tüm bunları zerre kadar umursamayarak, en güzel kızların hep Hufflepuff’tan çıktığını düşündüğünü söyleyerek ensesine babasından hafif bir tokat yemişti. Evde kendi fikrini soran yok gibiydi ama sorsalar bile ne diyeceğinden şüpheliydi. Sadece, Slytherin’e girmek istediğini biliyordu…

Önce soyadı sonra adı okunan uzun kısa, şişman zayıf, sarışın zenci, güzel çirkin bir yığın insan önündeki kalabalıktan eksilirken, masalar dolmakta alkışlar yükselmekteydi. *Lender, Marvel* Gryffindor masasına yönelmek için şapkayı hızla kafasından çekerken, alışlar yükselen masaya şöyle bir baktı Romina. Adının okunduğunu duymak kendine gelmesine yetmişti. Bunca insan önünde kapana kızılmış bir tavşan gibi titreyecek değildi, omuzlarını geri atıp çenesini hafifçe kaldırdı ve gözüne düşen bir tutam sarı saçı kulağının arkasına atarken sakince tabureye yerleşti. Normal bir zamanda asla ve asla kafasına geçirmeyeceği bir şapka, seçme başlamadan hemen önce bitmek bilmez bir şarkıyla seçilmesini geciktirmiş, şimdi de kulaklarının üstünde homurdanarak bilmişlik taslıyordu. “Bence buradan esas bilmişin senin olduğun sonucuna varabiliriz, Bayan Levy! Görüyorum ki kullanmaktan hiç de çekinmediğin güzel bir aklın var, adaletli olduğun söylenebilir, tabi işine gelen durumlarda, öyle mi? Cesaret, sende sadece aklın gerisinde duran bur güç küçük hanım, aslanların arasına karışacak kadar yürekli değilsin, bir kuzgun olmak içinse herkese tepeden bakman yetmiyor!” *Yani?* dedi Romina içinden, sabırlıydı evet ama hakkında ahkam kesilmesi sinirine dokunuyordu. “Yanisi, zekânı kendin için kullan derim, öyle de yapıyorsun! SLYTHERIN!”

Yalnızca son sözcüğün yankılandığı salonun duymadıkları, Romina’nın biraz canını sıkmıştı ama sorun değildi. Alkışın diğer binalara nazaran daha bir coşkuyla yükseldiği masaya doğru ferahlamış bir şekilde hızlı hızlı ilerlerken, masadaki büyük sınıfların tebriklerini gülümseyerek kabul etti. Babasına mektup yollamak için artık çok daha hevesli olduğu, göz ardı edemeyeceği bir gerçekti…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://darksideofhogwarts.yetkin-forum.com/lejant-f6/romina-m-le
Dea Reese Deep
Ravenclaw I. sınıf
Dea Reese Deep


Mesaj Sayısı : 26
Asa : 8 ½ - Yumuşak - Dişbudak
Evcil Hayvanı : Elisa - Güvercin
Lakap : Ree
Rp Yaşı : 11
Kan Statüsü : Melez
Desteklediği Taraf : Aydınlık Taraf
En Belirgin Özelliği : Empati Özelliği
Kayıt tarihi : 08/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimeÇarş. Kas. 12, 2008 10:53 am

Dea koca salonda etrafındaki kalabalığa rağmen kendini alabildiğine yalnız hissederken birden neredeyse bir aydır görmediği annesini düşündü. Onun kendisini yolcu etmesini bile reddetmişti. Alışveriş mevzusunda olduğu gibi bu konuda da burnu büyüklük yapmış ve yine pişman olmuştu. Biraz daha mütevazi ve kendini daha az beğenmiş olması gerketiğini bilmem kaç bininci kere not etti beynine fakat iki sanise sonra yine uçmuştu beyninden bu düşünce. Ukala tavırlarla yanındaki kızı inceliyordu. İncecik bacakları korkudan titriyordu. Kız kendisinden biraz daha uzundu. Saçı fuşya bir kurdele ile arkadan toplanmıştı. Başını öne eğince uzun sarı kahkülleri yüzünü örtüyordu. Küçümser bir bakış fırlattı Dea kıza. Bu kadar heyecanlanacak bir şey olmadığını düşünüyordu. "Alt tarafı bir bina ne kadar önemli oalbilir ki!" diye geçirdi içinden. Slytherin olmadığı sürece sorun yoktu. Ama bundan bile endişe etmiyordu. Çünkü bu salonda Slytherin olmaktan en uzak insandı herhalde o. Hırs, ikiyüzlülük, canilik... Bu kelimeler bile sanki başka bir dile aitmiş gibi geliyordu ona. Öğrenciler soyadlarının alfabetik olarak dizildiği bir listeye göre çağrılıyorlardı. Normal şartlarda çok uzun sürmemesi gerekiyordu çağrılmasının ancak yüzlerce birinci sınıf vardı belki de bulunduğu yerde. Az sonra yanındaki kız heyecandan bembeyaz kesilmiş suratını havaya kaldırdı ve oldukça ürkütücü görünen sandalyeye doğru ilerlemeye başladı. Kız ürkek ürkek sandalyeye oturdu. Kız sanki hapis ediliyormuş gibi takarken şapkayı Dea artık bu abartılı tepkiye dayanamadı ve böğürmeyeb yakın bir ses çıkardı. Sonra da uğultu sayesinde bu sesi sadece yakınındaki birkaç kişinin duymuş olmasına şükretti. Birkaç saniye sonra hızlı yüzünde koca bir gülümsemeyle Hufflepuff masasına ilerlerken, Dea okunan isimden yola çıkarak sıranın kendisine gelmek üzere olduğunu farketti. Kayıtsız bir tavırla üzerini düzeltti ve tombul bir oğlanın Slytherin masına doğru koştuğunu gördü. Az sonra tanıdık kelimeler çalındı kulağına ve içinde anlma veremediği bir kıpırtı hissetti. "Bu heyecan olmaz herhalde!" diye düşünürken Seçmen şapkaya doğru ilerledi. Biraz yavaş hareket ediyor olsa gerek aynı kelimeleri tekrar duydu.

"Deep, Dea Reese!"

Dea adımlarını hızlandırdı ve birkaç saniyede sandalyeye oturmuştu. Şimdi burada olmanın ne demek olduğunu daha iyi anlıyordu. Binlerce insan kafasını çevirmiş ona bakıyordu. Her binanın ondan bir beklentisi vardı. Hepsi onu istiyordu ve kime ait olacağını başına takmak üzere olduğu aptal eski bir şapka belirleyecekti. Düşüncelerinden sıyrıldı ve birden Şapka'nın hırçın sesini duydu.

"Eski olabilirim Miss. Deep ama kesinlikle aptal değilim!"

Dea ürkmüş bir şekilde nefesini tuttu. Neredeyse şapkayı kafasından fırlatacaktı. Bu şapkanın üşüncelerini okuyabileceğini birisi ona söylemeliydi buraya oturmadan. Şapka rahatsız bir homurtu çıkardı ve konuşmaya devam etti.

"Merlin aşkına! Nasıl bir beyin bu böyle! Hatlarını tam anlamıyla kavramak imkansız. Zor bir karar olacak, evet. Hımm... Gryffindor olabilcek kadar cesursun! Evet kendini Gryffindor'da geliştirebilirsin. Ama hayır, hayır daha baskın bir şeyler var. Adalet:! Evet, adaletlisin. Bir Hufflepuff'a yarışacak bir adalet! Ah hayır... Bu da değil... Slytherin? Hayır, imkansız! Tamam buldum. Zeki, mantıklı, biraz ukala meraklı... Evet evet bir RAVENCLAW!"

Dea sevinçle sırıttı ve başından çıakrdığı şapkayı usulca sandalyeye yerleştirdikten sonra koşar adımlarla Ravenclaw masasına ilerledi. Birçok kişi başını çevirmişti ama belli bir kısmı sevinç naraları atarak alkışlıyorlardı Dea'yı. İşte Dea o an anladı tam da bu masaya ait olduğunu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://darksideofhogwarts.yetkin-forum.com/lejant-f6/dea-reese-d
Jeremy Nathan Blanchett
Slytherin I. Sınıf
Jeremy Nathan Blanchett


Mesaj Sayısı : 35
Rp Yaşı : 11
Kan Statüsü : Safkan
Desteklediği Taraf : Dark Side ~
Kayıt tarihi : 08/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimeÇarş. Kas. 12, 2008 1:06 pm

Yaralar depreşip azaldı, sineye damlalar sızdı, aşkısız yaşamanın hayali ezdi onu, anılar içinde gezdi her zaman ki gibi.. Hasreti yüreğini deşti, ebediyen onu unutacağını sandı. Gidişi nemli toprağını deşeledi. Bedenini kendisi için kazdığı çukura attı. İçinde ki ışık söndü, yüreği kendini çukura atarken sadece kendisini gömmedi, kalbinde aşkı için açılan mezara gömdü kendi elleriyle. Umudu kaybolup gitti karanlığın derinliklerinde, gözleri nemlendi. İçinde ki aşk duygusu kabardı birden. Tanrının sadece kendisi olduğuna inanarak geçiriyordu bütün gecelerini. Her Kadehini kaldırdı, sözlerinin isyanına. Ruhu bedeninden çıkıp gitti, yokluğu ve varlığı belirsizleşti.

Saatin dilini bağlamış kader , anladığında kendinden geçmişti, istifini bozmadan bakışlarını karanlık ve bir o kadar da gizemli okulun üzerinde tutmaya devam etti. Gözlerinde ki kanlı nemler bütün vücudunu sarmıştı, genç adam, gölün çekici kokusunu duyabiliyordu. Sırrını keşfedemediği bir çekicilik algılıyordu. İçinde ki duygulara engel olarak özüne dönmesi gerektiğine karar verdi. Yarasına tuz atıyordu bütün herkes, kime yaklaşmak istese ondan uzaklaşıyordu, ya onda bir şey vardı yada bütün hepsi aptaldı ve bunların hiç birine değmezdi. Hüzün deryasında derine daldı yine, Eşinden dostundan kaçtı her gece, Hayalinde kaç kez kapısını çaldı. Bütün gece delirmenin eşiğinden dönerek ayıldı. Ne eli iş tuttu ne ayağı, titredi yüreği uçtu bütün gece.

Kayalarında bir ihtişam heybetli bakışları , Göl Kenarında her gece yansıyan şatafatın, Gözleri hep üstünde okulun. Karanlığın içinde ses çıkaran onca yaratık bütün hepsi onun kafasındandı. Ama kimseye kaptırmaya niyeti yoktu kendini. Derin derin solumaya devam ederken gözleri diğer kayıkta ki aptallara kaydı, hiç birini taş parçası kadar sevmiyordu. Yüzünde sinsi bir sırıtış belirerek ortam hakimiyetini kazandı. Asasını eline alarak döndürmeye başladı. Bu yıl ne kadar güzel geçebileceğini görecekti. Hayatının gerçekten de en güzel anını mı yaşayacaktı? Yoksa en kötü anını mı ? Derin bir nefes aldı ve gecenin yanında getirdiği soğuk havanın etkisinde çıkmaya çalıştı.

Bunun için ekstradan bir şey yapmasına gerek yoktu. Zaten kayıklar kıyıya ulaşmış herkes inmeye başlamıştı. Ablasından duydukları gerçekten doğruydu hem de hepsi. Okulun her yanını olmasa da onu ilgilendirecek bölümlerini öğrenmişti. Tabii görerek öğrenmek her zaman için ayrı bir teknik olmuştu onun için.. Hızlı adımlarla herkesin yaptığı gibi büyük salona yol alıyordu, içinde biriken heyecan git gide artıyor sonunda patlayacak kadar taşmıştı. Kayıkta ikiziyle beraber gelmişti. Hala yanında olduğu için arada ona bakıp gülümsüyordu, aynı binada olmaları için neleri vermezdi ki?

Sonunda büyük salona gelmişlerdi. Kapıdan içeriye adımını attığında bütün gözler 1. sınıfların üzerinde gibiydi. Yada sadece ona öyle gelmişti. İkizi hala yanında ilerlerken gözleri Slytherin’in masasına kaydı küçüklüğünden beri tek amacı ve emeli o, binaya girmek olmuştu. Birkaç dakika içinde ya dünyaları yıkılacaktı ya da bütün dünya onun olacaktı. Bir kadın ayağa kalkıp konuşmaya başlamıştı, Slytherin Bina sorumlusu ve Kara Büyü profesörü olması onun işine gelmişti, Kadına kendini biraz daha yakın hissetti.

Gözleri ablasını bulmuştu, arada ona kaçamak birkaç bakış atsa da asıl gözleri Slytherin masasındaydı, içeriye girdiğinden beri gözlerini ayırmıyordu. Oraya gitmeyi kalbinden istiyordu, atış sesleri daha da gürleşiyordu kanların akmaya devam ettiğini de hissedebiliyordu. Hala sıcakkan vücudunda akıyor ona hissettirmemeye çalışsa da en çok dikkatini çeken şey oluyordu. Birkaç dakika içinde Muggle araştırmaları dersinin ve karanlık sanatlara karşı savunma dersinin kalkıp yerine Kara Büyü dersinin getirildiğini duyduğunda şeytani sırıtışı yüzünde tekrar belirdi. En çok öğrenmek istediği dalı alıyordu şimdi, hem de zorunlu olarak..

Kapılar açılsın ve Seçme başlasın! Bu sözün ardından herkeste bir sessizlik oluştu. Büyük salon baştan sona suspus olmuştu. Seçmen şapka ilk öğrenciyi binasına yerleştirdi; Hufflepuff! 2. 3. ve 4.’ Den sonra derin bir nefes alacaktı ki İsmi okundu. Kendinden emin bir şekilde ayaklı tahta tabureye oturdu ve derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. İşte o, anda tiz bütün salon’un duyabileceği bir şekilde bağırışa benzeyen kendi söyleyişiyle; konuşmaya başladı. ‘’-Hmm… Gel bakalım, Evlat! Hem zeki hem kurnazsın. Soğuk tavırları olan bir kişisin. Sinsilik kanına işlemiş. Sinirlenince her şeyi yapabilecek biri gibi gözüküyorsun. Seni hangi binaya yerleştirsek? Zekanı kullanmalısın. Ama özelliklerin daha çok başka bir binayı gösteriyor. SLYTHERİN!’’ Son sözcükleri söylediğinde şapka kafasından alındı sinsi sinsi sırıtmaya başladı, işte zaferi yakalamıştı, zevkin doruğuna ulaşmışken yarıda kesmek kötü olurdu, şapkanın son sözcüklerinden sonra alkış patlaması o, masaya gelene kadar devam etti. Sonunda masaya ulaştı ve boş bir yere oturarak yanında kilerle konuşmaya başladı..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Josette le Lieth
Slytherin I. Sınıf
Josette le Lieth


Mesaj Sayısı : 41
Asa : Gül Ağacı - Veela Saç Teli - 14 Inch - Esnemez
Lakap : Lakap takılmasından nefret eder.
Rp Yaşı : 11
Kan Statüsü : Safkan
Desteklediği Taraf : Karanlık Taraf
En Belirgin Özelliği : Çıkarları doğrultusunda hareket eder.
Kayıt tarihi : 11/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimePerş. Kas. 13, 2008 7:18 am

Evde ~~

‘Hayır Melanie! Hayır, istemiyorum. Tavsiyelerine ihtiyacım yok.’ Buğulanmış görüşünü açmak üzere gözlerini silerken kuzeninin sırıtmasına aldırmıyordu. Burnunu çekerek odadan çıkarken içinden lanetler yağdırmaya devam etti. *Nasıl böyle duygusuz ve şapşal olabiliyor?* Kuzeni Melanie Craft, Hogwarts’tan geçen sene mezun olmuştu. Ailedeki bütün çocukları yönlendirmeye çalışırken genç cadının duygularını hiçe sayarak ağır sözler söylemişti. Josette ne kadar güçlü olursa olsun sonunda dayanamayarak ağlamaya başlamış, kuzeninin kahkahaları arasında kapıyı çarparak dışarı çıkmıştı. Okul alışverişi ve diğer tüm sıkıcı sorumluluklardan kurtulacağını umuyordu, ancak inancı fazla büyük değildi. Annesi Narelle, bavulunu ve küçük el çantasını birkaç gün önceden hazırlayıp kızının işini kolaylaştırmıştı. Josette minnetini abartmadan teşekkür ederken eline tutuşturulan işlemeli bir mendili aceleyle cebine atmıştı. Bir an önce evden ayrılmak istiyordu.

Ağacın soğuk gövdesine yaslanırken içini tuhaf bir sıcaklık kaplamıştı. Bir yandan üşüyor, bir yandan da terlediğini hissediyordu. Gözlerini hafifçe kapatırken daha şimdiden okuldan nefret ettiğini düşündü. Kayıt mektubunu aldığında sevinçten havalara uçsa da birkaç güne kalmadan gitmemek konusunda yalvarmaya başlamıştı. Bir sene boyunca – tatiller dışında – aynı yerde kalmak genç cadının gözünü korkutuyordu. Tanıdıklarından uzakta, yeni arkadaşlar edinme şansı olsa bile sıkıntıdan patlayacağına emindi. Ayrıca ödevler, dersler ve profesörlerden de nefret ediyordu. Uzun sarı saçları rüzgârın etkisiyle dalgalanırken evlerinin önünden geçen birkaç muggleın kendine baktıklarını hissetti. Soluk pembe renkteki elbisesi yanaklarındaki gamzeleriyle uyumlu hoş bir etki yaratırken küçük bir periye benziyordu. Üzerindeki bakışlardan rahatsız olarak gözlerini iki mugglea diktiğinde aceleyle caddeden uzaklaşmalarını izledi. Bazen büyücülerin büyü yapamayan insanlardan daha zeki olduklarına inanıyordu. Haklı olduğu zamanlar da az değildi hani. Pencereden çıkan bir başın adını söylediğini duyduğunda evlerinin önündeki büyük defne ağacından ayrılarak kapıya doğru yürüdü. Annesi mitolojiyle fazla ilgilenen bir kadındı. Defne ağacını da defne ağacına dönüşen nehir tanrısının kızı, peri Daphne’nin hikâyesinden etkilenerek diktirmişti. Hatta bu inancı bir ara öyle ileri gitmişti ki, yeni doğacak olan kızının adını da Daphne koymaya kalkmıştı. Fakat buna karşı çıkan babası kızının adını değiştirmeyi başarmıştı. Buna rağmen annesinin gece gündüz dua etmesi, kızının su perisine benzemesinde etkili olmuş gibiydi. Duru güzelliğiyle Josette veela olduğu bilinmese kolaylıkla büyülü başka bir varlık sanılabilirdi.

Ev yarım saat öncesine göre daha sessizdi. Melanie hatasını anlayıp somurtarak evden ayrılmış, diğer kuzenleri de ablalarının peşlerinden gitmişti. Evlerinde temizlik işlerinden sorumlu Miss Creweland çoğu zaman takınmaktan kaçındığı bir iyimserlikle şimdi kızına giyinmesinde yardım ediyordu. Bir an kendini kötü hisseden Jossete yalnız kalmak istediyse de annesinin birkaç yıl önce tuttuğu hizmetçi buna karşı çıkarak eline küçük bir çörek verdi. ‘Jossy, açlıktandır. Karnını doyurup evden çıkmalısın artık hayatım.’ Jean Creweland cadı olmasına karşın mugglelar arasında büyüdüğünden ev cinlerinden nefret eden orta yaşlı bir kadındı. Okuduğu basit büyücülük okulundan mezun olduktan sonra iş bulamamış, annesinin teklifi üzerine iyi bir fiyata le Lieth malikânesinde çalışmayı kabul etmişti. Vakit azlığından hoşnutsuz, çöreğini kemirirken hafif bir çığlık sesiyle irkildi. Büyükçe bir lokma boğazına takılsa da inlemeye başlayan kişinin kim olduğunu merak etmişti. Koridora çıktığında karşılaştığı ilk görüntü duvardan kayarak yere düşmüş bir tablo, elinde terlikle bağırıp duran Jean ve yerdeki ufak bir hamster olmuştu. Suçlu suçlu gülümserken yere eğilip evcil hayvanını eline aldı. Okul alışverişi sırasında babası klasik bir hayvan – yani kedi – almakta ısrar etmişti ancak başına buyruk Josette sevimli bir fareye daha çok ısındığını hissederek seçimini yapmıştı. ‘Ah, daha dikkatli olmalısın carus. Kafesinden çıkmış bir hamster az kalsın aile faciasına yol açıyordu.’ Sırıtarak yanlarına gelmiş olan babasına sıcak bir tebessümle karşılık veren genç cadı oyalanmamaya karar vererek merdivenleri tırmandı. Odasının dağınıklığını umursamayarak el çantasını ararken gözleri kapının arkasında asılı duran siyah bir şala takılmıştı. Gerçekten pahalı gibi görünen bu şalı yanına alıp almamak konusunda kararsız kalsa da sonunda da dayanamayarak katlanış biçimini bozmadan bavuluna yerleştirdi. Beş dakika içinde el çantasını da bulmuş, ayakkabılarını giyerek aşağı inmişti.

King's Cross Tren istasyonu Peron: 9¾ ~~

İstasyonun kalabalığına karışan genç cadı ve annesinin doğru peronu bulmaları uzun sürmemişti. Kısa bir sürelik heyecan yaşan Josette ayrılma vaktinin geldiğine inanamıyordu. Duygularını gizlemeye çalışarak gülümserken elini tutan annesine erken bir özlemle baktı. Tek başına yolculuk yapmaktan korkmasa bile yanında birinin olmasını isterdi herhalde. Yaşadığı kararsızlık anından sonra Hogwarts’a gitmeye karar vermek, başka bir açıdan bakılırsa zorlanmak içindeki tedirginliğin boyutunu büyültmüştü. ‘Gitmek istemiyorum anne.’ Bakışlarını yukarı çevirdiğinde arkasından gelen ışıkla bir tanrıça gibi görünen kadının sert ifadesini kendince yorumlayarak içini çekti. Slytherin’den mezun olmuş Narelle le Lieth’in gençken ne kadar güzel bir kadın olduğunu tahmin edebiliyordu. Aradan geçen zamanla birlikte kendine özgü havasını kaybetmemiş güzel cadı; okuldaki resimleriyle karşılaştırıldığında daha olgun, daha asil görünüyordu. ‘Josette, eninde sonunda bineceksin trene. Bu merasimi uzatmaya gerek yok.’ Yanağına kondurulan küçük öpücükle tatmin olmasa da annesinden çekinerek bavulunu sürükledi. Trenin kalkmasına on beş dakika vardı. Genç cadı kompartımanlara tek tek girip çıkarken boş bir yer bulma umuduyla etrafına bakınıyordu. Sonunda, içeride sadece bir kızın bulunduğu 16 numaralı kompartımana girerek yerleşti. Bavulunu getirmekle uğraşırken kızın yüzüne hiç dikkat etmemişti. Ancak başını çevirdiğinde yüzünde ani bir şaşkınlık ifadesi belirdi. * Issa?* Beş yaşından beri küs olduğu eski arkadaşıyla karşılaşmayı beklemediği söylenebilirdi. Kendini toparlamaya çalışarak el çantasından çıkardığı kitaba odaklanmayı denedi. Başaramayacağını anladığında yersiz bir suçluluk duygusuyla kızıl, kıvırcık saçlı arkadaşına baktı. Eski evlerinin bulunduğu yere yakın bir parkta topraktan kazarak çıkardıkları madalyon yüzünden kavga etmişlerdi. Tamamen suçlu olan Josette inadı yüzünden Issa’dan özür dilemeyi reddetmişti. Küçük bir kavga olsa da taşınmalarının ardından arkadaşıyla görüşememiş, barışması için de karşısına hiç fırsat çıkmamıştı. Aralarındaki gergin hava sürerken gözlerini Issa’nın üzerine dikmişti. Söyleyecek bir söz arıyor, gereksiz yere konuşmaktan çekindiğinden kımıldayan dudaklarından ses çıkmasını engelliyordu. Belki yarım saat sonra dayanamayarak konuşacağı sırada trenin tiz düdük sesi, raylardan çıkan gıcırtıya karışmış ve tüm söylediklerinin duyulmasını engellemişti. Ardından birinci sınıfların izdihamına katılırken Issa’yı gözden kaybetmişti. Birkaç kere etrafına bakındıysa da kız sanki yer yarılmış, içine girmişti.

Büyük Salon ~~

Gölün üzerinde kayıkla yaptıkları yolculuğun etkisinden kurtulamamışken takip etmeye başladıkları bir profesörün peşi sıra yürüyorlardı. Seçim töreni nedeniyle heyecanı ruhunu tekrar esir almıştı. Hafifçe titreyen elleri, hangi binaya gireceği konusundaki merakı ve aklından geçen bir sürü düşünceyle diğer birinci sınıflardan bir farkı yoktu. Büyük salon denilen yere geldiklerinde – gerçekten kocamandı – kalbinin duracağını hissetti genç cadı. Yanındaki iki kızın konuşmasını duymamaya çalışarak yürürken büyük sınıfların alay dolu gülümsemeleri ve sözleri yeni bir karşılama şekli gibi geliyordu kendine. Profesörün bir işaretiyle birlikte durduklarında kısa bir konuşma yapılacağını umarak başını kaldırdı. Hogwarts açıldığından beri çok değişmişti. Annesi konuşmaların sıkıcı olduğu konusunda vurgu yaptıysa da sessizliği sağlayan profesör hem gençti hem de sıkıcı bir konuşma yapmamıştı. Beklemeye devam ederken artık şarkı söylemeyen seçmen şapka için isimler okunmaya başladı. Seçilen her binadan sonra yükselen alkış sesleri bazen okunan yeni isimleri yutuyor, Josette’in korkuyla kendi adının okunduğunu düşünmesine yol açıyordu. Öğrenciler sırayla seçmen şapkaya doğru ilerlerken kendini kaybettiğini hissettiği sırada adının okunduğunu duyarak yerinden fırladı. ‘le Lieth, Josette Meredith.’ Masaların arasından geçerken üzerine dikilmiş gözler sabah kendini seyreden muggleların bakışlarından çok daha fazla rahatsızlık vericiydi. Küçük tabureye oturduğunda gözlerini kapatarak şapkanın başına konulmasını bekledi. ‘Tanıdık, çok tanıdık bir zekâ? Aynı zamanda şımarık ve dik başlısın evlat. Dünyada tek sen var gibisin, sadece kendini düşünüyorsun. Bu durumda seni yerleştireceğim binayı seçmek kolay olacak. Evet, tabi ki Slytherin!’

Heyecanla ayağa kalkarken en çok alkış sesleri yükselen binanın masasına doğru ilerledi. Birinci sınıf cüppesinin üzerinde yeşil-beyaz renklerinde Slytherin arması belirmişti. Halinden memnun, masadaki boş bir yere yerleşirken yüzündeki tebessüm daha içten bir hal almıştı. Annesinin gururla söz ettiği binada 7 yıl boyunca eğitim görecekti işte. Aklına Issa geldiğinde onun soyadının P ile başladığını hatırlayıp başını seçimlerin devam ettiği seçmen şapkaya doğru çevirdi. Eski arkadaşının hangi binaya gireceğini öğrenmek istiyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Jaycee Solynna Campbell
Ravenclaw I. sınıf
Jaycee Solynna Campbell


Mesaj Sayısı : 57
Yaş : 32
Asa : Defne Ağacı Yaprağı ve Ejderha Yüreği Teli, 17 İnç.
Evcil Hayvanı : Elisha (Kedi)
Lakap : Jay
Rp Yaşı : 11
Kan Statüsü : Safkan
Rp Partneri : ~~
Desteklediği Taraf : ~~~
En Belirgin Özelliği : Suskunluğu...
Kayıt tarihi : 08/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimePerş. Kas. 13, 2008 12:13 pm

... Malikanede ...

' Hadi ama Laud! Alt tarafı bir bina seçimi! Bunu bu kadar abartmanın manası ne anlamıyorum.. '
' Alt tarafı mı? Alt tarafı mı dedin sen? Bu o kadar basit değil Solynna! Bu ciddi bir mesele! Kafama takmam gayet doğal... '
' Tabii ki doğal ama nasılsa sen de tam orada olacaksın. O eski şapkayı karakterime etiketlerkemek üzere kafama taktığımda tam da arkamda oturuyor olacaksın öyle değil mi? '
' Pekala, şimdi sessiz ve sakin bir biçimde kahvaltımızı edelim olur mu? Bunu arabada konuşmaya devam edebiliriz..
' Yine de konuşacaksın yani? '

Jay son cümlesini oldukça sessiz söylemişti. Çünkü Laud'un da demek istedeği gibi, bu muhabbeti şu an için uzatmayı hiç mi hiç istemiyordu. Odalarının bulunduğu koridor, iki kat merdiven ve yemek odasına giden koridor boyunca zaten bunu konuşup durmuşlardı. Jay, binalar, özellikleri, seçilme ihtimalleri vs. hakkında esaslı bir araştırma yapmıştı. İkinci katın neredeyse tamamını kaplayan kütüphanlerinde, Howgarts ile ilgili ne kadar kitap varsa yalayıp yutmuştu. Araştırmaları sonucunda Hufflepuff' a seçilmeyeceğindem emin olmuştu. Adeletli idi, evet! Haklıyı, hakısızı ayırabilir; kim doğru kim yanlış karar verebilirdi. Fakat, sevecen,cana yakın ya da yardımsever kesinlikle onu ifade eden tabirlere dahil değildi. O ruhu taşıdığına inanmıyordu ne yazık ki. Bir Gryffinfor olabilirdi. Fakat bunun için fazla sinsi, gizemli ve soğuktu. Ayrıca kırmızıdan oldu olası nefret etmişti. Campbell' lar nesillerdir Slytherin' e öğrenci vermekteydiler. Ablası da bir Slytherin idi. Jay'in de onlardan olma ihitmali oldukça yüksekti.Jay oraya ait olduğuna inanmıyor fakat orada olması ' gerektiğine ' inanıyordu. Evden çok fazla dışarı çıkmıyor olabilirdi fakat dışarıda neler döndüğünü bilmiyor da değildi. Hogwarts'ta olup bitenlerden de, okula hakim olan güç ve düşüünceden de haberi vardı. Bu yüzden güvenli olanın, başka bir değişle kelleyi kurtarmanın yollunun Slytherin'e seçilmekten geçtiğini biliyordu. Revanclaw' a seçilirse, gerçek amacına ulaşmış, istediğini - çoğu zaman olduğu gibi - elde etmiş ve hepsinden önemlisi mutlu omuş olacaktı. Orada ' kendisi gibi ' okumayı yazmayıi konulmaya tercih eden bilgi düşkünü insanlarla haşır neşir olabilmeyi umudediyordu. Kafası zaten bu düşüncelerle dolu iken bir de Laud'un üzerine gelmesi oldukça can sıkıcı oluyordu. Kahvaltı masasına oturduklarında ikisi de sessizliğe gömüldü.


... Kings Cross ve Hogwarts Ekspresi ...

Jay'in o sakin ve pervasız tavrı yavaş yavaş huzursuz ve telaşlı bi tavra bırakıyordu yerini. İstasyona girdiğinde etrafındaki Muggle'lara şaşkınlıkla baktı. Hayatında ilk defa bu kadar çol, sihir gibi kudretli bir güçten yoksun insanı bir arada görüyordu. Hespi de çok normal ve aciz görünüyorlardı. Laud ile birlikte hiç konuşmadan 9. ve 10. peronun olduğu tarafa doğru ilerlemeye başladılar. Peronların olduğu yere geldiklerinde Jay'in kalbi hızla atmaya başladı. Heyecanlanıyor muydu? Nasıl yani?

' Önce sen git tatlım... Sadece odaklan! ' dedi Laud sert ama samimi bir tavırla.Jay yavaş ve ürkek adımlarla peronların tam ortasının hizasında yerini aldı. El arabasının en üstündeki kafaesinde huysuzca miyavlayan Elisha' yı duymazdan gelerek derin bir nefes aldı. Çelimsiz vücunda varolan tüm gücü kollarına nakledio duvara doğru itti arabasını. Artık kulakları uğulduyordu ve kan dolaşımı hızlanmıştı. Tam, arabası ve duvar burun buruna geldiğinde gözlerini kapattı ve kendini ait hissedebileceğini düşündüğü dünyaya kesin bir giriş yaptı. Burası ona geride bıratığı yerden daha normal ve alışılmış geliyordu. Burdaki kimseyi tanımıyordu, burayı bilmiyordu, bunladan sonra gideği yeri ilk kez görecekti. Fakat burayı benimsemek için bunlara gerek yoktu. Jay burayı hissediyordu. Laud'un yanağına bir öpücük kondurdu. Artık o, ablası değil profesörüydü. Araya ciddiyet sokmayı her halükarda başarabilirdi. Trene doğru ilerleyip güç bela bavullarını taşmaya başladı. Kendine boş bir vagon bulasıya kadar koridorda ilerledi. En sonunda Profesörlerin vagonuna oldukça uzak bir mesefadeki boş bir vagona yerleşti. Elisha'yı kafesinden çıkarıp kucağına yerleştirdi. Kedi, halinden memnun bir biçimde mırıldarken Jay de onun omugasını okşuyordu.

' Hazır mısın Elisha? ' dedi fısıldı denebilecek bir ses tonuyla.


... Hogwarts ...

Jay, istansyondaki kadar huzursuz ya da heyecanlı değildi artık. Sanki ruhundaki heycanı diğer çocuklara aktarmış gibiydi çünkü hepsi de gereğinden fazla telaşlı görünüyordu. Kimi ailesinin yıllardı bilmem hangi binaya öğrenci verdiğinden bahsediyor; kimi Slytherin' e seçilirse ona affedilmez lanetlerden yapacaklarından bahsediyor; kimi ise Hufflepuff' a girerse ailesinin onu evlatlık reddedebileceğini söylüyordu. ' Laud' un neden kadar bu kadar çok kafa yorduğu anlaşılıyor.. ' diye geçirdi içinden Jay. Aslında burda, bu şekilde beklemekten oldukça sıkılmıştı. Jay'in gözünün bir yerden ısırdığı, Kara Büyü Profesörü olduğunu bildiği cadı konuşmasını bitirir bitirmez öğrenciler yavaş yavaş çağırılmaya başladılar. Jay kendisine sıra gelmesini beklerken etrafına göz gezdirdi. Öğrencilerin çoğu oldukça sıkılmış gibi görünüyordu. Yanındaki Revanclaw masasından bir çocuğun ' Neden herkesi Slytherin' e ya da Revanclaw'a yerleştirivermiyorlar? Nasıl olsa artık sadece o tür aileler çocuğunu Hogwarts'a gönderiyor. Bilirsin işte.. ' dediğini duydu Jay. Bunun tam olarak ne analama geldiğini biliyordu. Fakat çocuğun oldukça yanıldığı apaçık ortadaydı. Sonuçta Gryffindor ve Hufflepuff masası da yeterince kalabalık görünüyordu. Jay kafasını bunlara yorarken kendi adının okunduğunu duydu. ' Campbell, Jaycee Solynna ' Yerinde huzursuzca kıpırdandıktan sonra kendine güvenen bir edayla gidip tabureye oturdu ve şapkayı başına geçirdi.

' Vaoovv bir Campbell'dan beklenmeyecek kadar mantık dolusun güzelim! İlginç.. Beni nasıl da tanıyorsun böyle? Hakkımda yazılmış bütün kitapları yalayıp yutmuşsun! Sen nereye ait olduğunu da çok iyi biliyorsun zeki kız... REVANCLAW!

Jay halinden memnun bir biçimde, çığlık ve alkış sesleri arasından kendine yer açarak Revanclaw masasında ki yerini aldı. Gözleri alışık olmadığı kadar çok parlıyordu. Göz ucuyla Laud' a baktı. Slytherin' e seçilmediği için hayal kırıklığına uğramış olarak görüneceğinden emindi . Fakat Laud da halinden gayet memnun görünüyordu. Kafasını tekrar masaya çevirip muhabbete katıldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Jennifer N. Blanchett
Ravenclaw I. sınıf
Jennifer N. Blanchett


Mesaj Sayısı : 14
Kayıt tarihi : 08/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimePerş. Kas. 13, 2008 12:13 pm

Uzun bir tren yolculuğunun ardından, mehtaplı bir gecede Hogwarts'a varmışlardı. O yüce binanın müthiş manzarası, ay ışığıyla birlikte kara, dipsiz göle yansımıştı. Ortalık ana baba günüydü. Valizini arayan, merakla etrafa bakınan, heyecanla yanındaki arkadaşlarıyla fısıldaşan... Yüzlerce, binlerce öğrenci vardı. Ve Jenny de onlardan biriydi. Yıllarca bu okula gitme hayalleriyle yaşamıştı.

Yaklaşık 6 kişilik bir grupla bir kayığa bindiler ve büyük sınıflardan bir öğrenci kürek çekmeye başladı. Nedense gölün yüzeyi berrak ve durgundu, o saatlerde rüzgarlı ve dalgalı olması beklenirdi. Sanki o güne özel, Jenny'i karşılamak için böyleydi göl... Bu çabaları Jenny'i büyülemeye etkilemişti. Gölün yüzeyine yansıyan Hogwarts manzarasını inceledi Jen. * Eğer dışarıdan böyleyse içerisini görmek isterim, doğrusu! * diye geçirdi içinden.

Kayık kıyıya yanaşınca çevik bir hareketle taşla kaplanmış yola atladı ve kalabalığın ardından yürümeye başladı. Ardından tiz bir kadın sesi bağırdı ` Birinci sınıflar beni izlesin, lütfen! Bu taraftan! ´ Jenny, sesin geldiği yöne doğru ilerledi. ` Affedersiniz, çok özür dilerim, sıraya geçmem gerekiyor... ´ Kalabalığı yararak birinci sınıfların sırasına geçti. Küçük bir Hogwarts gezisi yapacaklardı. Hogwarts, Jenn'in edindiği ön izlenimlere göre, Hogwarts, antik eşyalarla donatılmış, mistik atmosferli bir yapıydı. Havadaki büyüyü hissedebiliyordunuz adeta... Jenny, bu havayı yatakhanede de, koridorlarda da, ortak salonlarda da gördü. Sıra en önemli ana gelmişti; binalara yerleştirilme... Aslında Jenn binasını tahmin ediyordu ama, kimin hangi binaya gideceği belli olmazdı hiç bir zaman.

Büyük Salon'un kapısından içeri girerken, fark etmeden biraz tırnaklarını kemirdi. İkizi onu dürtünce bunu yapmayı kesti. Yine de elleri titriyordu, dişleri birbirine vuruyordu. Bu tür olaylarda pek de soğukkanlı değildi Jenn. İkizi Nathan ise normal bir şeymiş gibi davranıyordu. Kara Büyü profesörleri konuşmasını yaptıktan sonra daha bir rahat hissediyordu. Ardından tozlu, eski görünümlü bir tabure ve eski püskü bir şapka getirildi. Bu şapkayı çok iyi tanıyordu. Daha önce okuduğu kitaplardan öğrenmişti. ` Seçmen Şapka... ´ diye mırıldandı, onları binalara yerleştirecek olan şapkaya bakarak.

Yavaş yavaş adlar okunuyordu. Her öğrenci binasına yerleştiğinde, salondan büyük bir alkış kopuyordu. Sıra kendisine yaklaşırken Jenny'nin heyecanı gitgide artıyordu. Nihayet sıra ona geldi. ` Blanchett, Jennifer Nathalie ´ Hızlı adımlarla yükseltiye çıktı. Tozlu tabureye oturdu ve kafasına şapkayı geçirdi. Kafasından türlü türlü düşünceler geçiyordu. Seçmen Şapka'nın ortalarında bir yerlerde küçük bir yarık belirdi ve şapka, tiz bir sesle konuşmaya başladı; ` Hmm... Çok heyecanlı olmalısın. Bu yersiz bir heyecan... Yine de derinlere baktığımda oldukça üstün bir zeka görüyorum... Oh, yaşına göre fazla olgun ve bilgesin. Evet... Arada bencillik yaptığın da oluyor, ama üstün zekan olumsuz özelliklerini örtüyor... Binanı buldum, evlat. Sen tam bir porsuk olmaya layıksın! RAVENCLAW! ´ Jenn'in tahminleri tutmuştu işte. Ravenclaw binasına seçildiği için rahatlamış ve sevinmişti. Salonun en ucundaki masadan - Ravenclaw masasından - alkışlar koparken gülümseyerek masaya doğru ilerledi. Cüppesinin sol göğüs hizasındaki Hogwarts logosu ansızın bir Ravenclaw armasına dönüştü. Kravatı ve cüppesinin etekleri de Ravenclaw renklerine büründü. Şaşkınlıkla bu değişimi izledi ve masaya oturdu. Yanındakilerle bir yandan sohbet etti, bir yandan da diğer öğrencileri izledi. Sıra ikizine gelince pür dikkat şapkayı dinledi. ‘’-Hmm… Gel bakalım, Evlat! Hem zeki hem kurnazsın. Soğuk tavırları olan bir kişisin. Sinsilik kanına işlemiş. Sinirlenince her şeyi yapabilecek biri gibi gözüküyorsun. Seni hangi binaya yerleştirsek? Zekanı kullanmalısın. Ama özelliklerin daha çok başka bir binayı gösteriyor. SLYTHERİN!’’ Bir yandan ikiziyle aynı binada olamadıkları için hayal kırıklığına uğramış, bir yandan da ikisinin de istedikleri binalara yerleştirilmiş olmalarına sevinmişti Jenny. Yine de henüz yıl başlamamıştı. Kim bilir, belki o yıl içinde iki rakibe dönüşür veya ikiz olarak kalırlardı...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Issa Philippe
Slytherin I. Sınıf
Issa Philippe


Mesaj Sayısı : 49
Kayıt tarihi : 08/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimeCuma Kas. 14, 2008 11:02 am

“Neden bunlar son dakikaya bırakılmışlar, anlamıyorum! Acele edin, yoksa korkarım ki yetişemeyeceksiniz.” Upuzun siyah saçları ve parlayan yeşil gözleri olan bir kadının sinirli sesiydi evin her odasında yankılanan. Aslında kızmakta, sinirlenmekte haklıydı. Bir saat içinde istasyonda olmaları gerekiyordu ve ikizler hazır değillerdi hala bavullarına bir şey yerleştirme derdinde neredeyse evin camlarını kıracak kadar yüksek sesle bağıran annelerini duymuyorlardı bile, ya da cevap vermek için uğraşmıyorlardı. Bavulunun en üstüne trende giyeceği cübbesini yerleştirdikten sonra fermuarını çekti ikizlerden kıvırcık ve kızıl saçlı olanı annesinin ateş saçan gözleriyle aynı renkteki gözlerini ona dikerek “ Bitti işte, emin ol yetişeceğiz.” Eşyalarını tek bir bavula sığdıramadığı için fazladan taşımaları gereken bir bavul daha çıkmıştı başlarına. Kitaplar, kıyafetler, ufak tefek özel eşyalar; annesi kendisinin ilk yıl dört tane bavulla gittiğini söylediğinde rahatlamıştı kız ancak. Bayan Philippe’ye göre bu gün Issa’nın elindekilerden çok bavul çekiştiren öğrenciler olacaktı istasyonda. Bavullarının ikisini de çekerek odadan çıktı. Her şey hazırdı, artık yıllardır gitmek istedikleri yere gitmelerine yalnızca saatler kalmıştı. Uzun boylu çıkık elmacık kemikli siyah saçlara sahip uzun boylu bir adam hafif tebessüm ile aldı Issa’nın bavullarını ve arabaya yerleştirdi; Bu adam Issa’nın canından çok sevdiği babasıydı. Babası Lisbeth’in eşyalarını yerleştirirken Issa’da kabarmış saçlarının arkadan saçları ile aynı renk bir tokanın içini hapsediyordu. Sonunda herkes hazır olduğunda siyah saçlı kadın zafer kazanmışçasına gülümserken kapıyı gürültüyle kapattı. Bavulları arabaya yerleştirmiş olan babaları arabayı çalıştırırken Issa son bir defa etrafına göz gezdiriyordu. Neredeyse bütün çocukluğunu geçirdiği bu bahçeden hiç bu kadar ayrı kalmamıştı; ama burayı özleyeceğini hiç sanmıyordu. Motorun sesi duyuldu ve araba ağır ağır sokağın başındaki evden uzaklaşırken gözden de kayboluyordu.
İstasyon her zamanki gibi dikkatsiz ve kaba insanlar ile doluydu. Takım elbiseli dışarıdan bakıldığında bir şey zannedilen bir adam telefon ile konuşurken hızlıca Issa’ya çarpmış ve özür dilemeyi bırak dönüp bakmadan yoluna devam etmişti. Acıyla yüzünü buruşturan Issa birkaç dakika adım atmayınca onu acele etmesi için arkasından iten annesi “ Lanet mugglelar işte.” Diye mırıldandı. Aslında muggleların bu dikkatsizlikleri cadıların ve büyücülerin kimliklerini saklama konusunda epey işlerine yarıyordu. Etraflarından olan bitenleri hiç fark edemediklerinden onların birden bire ortaya çıkması ya da kaybolmalarını çoğu zaman göremiyorlardı. Aynen şimdi olacağı gibi. 9. ve 10. peronun duvarından geçip kendilerini Hogwarts’a götürecek olan trene 9¾ peronuna gideceklerdi. Babası küçükken oradan geçmeyi hiç istemediğini annesinin onu zorla oradan nasıl ittiğini anlattığında herkes gözlerinden yaşlar gelene kadar gülmüştü, birde seçmen şapka bunu bütün öğrencilerin içinde söyleyince babaları ilk günden dalga konusu haline gelmişti tabi anneleri ile tanışmaları bu sayede olmuştu o ayrı… O günden beri Issa şeçmen şapkanın kendisi hakkında ne gibi şeyler söyleyeceğini düşünerek geçirmişti günlerini. Hangi binaya gideceğinden çok bunu merak ediyordu çünkü ailesinin asırlardır ailesinin gittiği o soylu binaya gideceğine emindi; Slytherin. Duvardan geçtikten sonra neşeli bir kalabalık ile karşılaştılar. Bu insanların hepsi kendileri gibi sihir yapabilen özel bir toplumdu. Issa’ya göre seçilmiş toplum. Şimdi okullarında matematik, edebiyat gibi dersler gören böyle bir dünyadan haberi olmayan muggle veletlerine daha çok acıyordu şimdi. Bazı muggleların Hogwarts’a kabul edildiğini söylemişti annesi, bu ona göre son derece saçmaydı. Toplumlarını kendi elleri ile kirletiyorlardı, sihir safkan cadı/büyücülerde kalmalıydı kesinlikle. Fakat safkan büyücüler artık son derece azdı. Trenin hareket saati yaklaşınca veda zamanı da gelmişti. Annesinin yine öğütler sayacağına adı gibi emindi Issa ki öyle de olmuştu. “… Çok fazla belaya bulaşmayın okuldan atılmanızı istemiyorum. Dikkatli olun ve bulanıklardan uzak durun…” annesi hala konuşurken yanağına bir öpücük kondurdu ardından babasına sarılarak kurtulmak istercesine Isis’i çekiştirerek trene bindi; annesi öğütlerini bağırarak söylüyordu artık sanki dinleyeceklermiş gibi. Girdikleri kompartımanın penceresinden başını çıkararak annesine seslendi. “ Tamam anne! Yeterince anladık.” kırmızı tren yavaş yavaş istasyondan ayrılırken annesini sessi de gittikçe uzaklaşıyor, görüntüleri ise küçülüyordu. Tam anlamı ile yok olduklarından kafasını pencereden çekip koltuğa attı kendini “ Ben biraz etrafı görmek istiyorum.” Dışarı çıkmak için ayağa kalkan kardeşine kafa sallamakla yetindi ve kompartımanın penceresinden akıp giden görüntüleri izlemeye daldı. Bu sırada ikinci defa açılan kompartıman kapısını önemsemedi; kızın yüzünü görene kadar. Bu mavi gözlü sarışın kızı unutması imkânsızdı. Küçükken belki de Lisbeth’den bile fazla karşısında oturan bu kızla geçirirdi zamanını. Aralarına giren bir kavga yüzünden beş yaşından beri konuşmuyor olsalar da Issa her zaman Josette’nin nerede olduğunu neler yaptığını merak etmişti. Fakat elinde onların ne yeni adresi ne de bir telefon numarası vardı. Beş yaşında bir çocuğun birilerine ulaşmak için düşünebileceği iki yoldu Issa’nın elinde olmayan bu şeyler. Zaten zaman geçtikçe pek aklına gelmemişti kız. Her şey gibi unutulmuş, eski bir anı olarak yerleşmişti Issa’nın beynine. Kızın bakışlarını aynen iade etse de konuşmuyordu, daha doğrusu konuşacak bir şeyler bulamıyordu. Ne diyebilirdi ki? ‘ AA sen bana küstükten sonra tek bir kelime etmeden taşınan eski arkadaşımsın. Nasılsın?’ Kızdı ona hem de tahmin edilemeyecek kadar. Gözlerini tekrar pencereye çevirdiğinde bir an önce Lisbeth’in gelmesini ve bu talihsiz sayılabilecek karşılaşmanın bitmesini istiyordu. Aslında belki de aynı okulda olmaları aralarında ki buzları eritmelerini sağlardı kim bilir? Issa bunları düşünürken tren düdüğünü çalarak durdu. Issa’da hızla kendini kompartımandan dışarı attı ve kalabalığın içine karıştı. Gözleri Isis’i arıyordu. Kalabalığın içinde gördüğü direk kardeşinin saçları olmuştu omzuna dokunarak sinirle bağırdı “ Merlin adına! Neredesin sen?” cevabını beklemeden yürümeye başladı ve birinci sınıfların bindiği kayıklara oturdu ve yol boyunca konuşmadan şatoyu inceledi. Gerçektende söylendiği gibi muhteşemdi. İçini görmek için sabırsızlanıyordu.
O küçük ve kırmızı trenden ineli çok olmamıştı. Şimdi bir profesör olduğunu düşündüğü bayanın arkasından büyük ve öğrenci dolu bir salona adım atmışlardı. Kendilerine bakan üst sınıf öğrencileri ile göz göze gelmemeye çalışarak salonu inceliyordu. Ne kadar da büyük ve ilginç bir yerdi. Başlayan seçme töreni ile dikkatini salondan alıp karşılarındaki sandalyenin üstünde duran eski püskü konuşan şapkaya çevirdi. İsminin okunmasını beklerken heyecanı artıyordu fakat bunu etrafındakilere göstermemek için çaba harcıyordu bu arada okunan isim -çocukluk arkadaşının- hangi binaya gideceğini öğrenmek için seçmen şapkayı dinlemeye başladı. “Evet, tabi ki Slytherin!” bu sözlerden sonra alkışlayanlara katıldı, çok geçmeden kendi adını duyması ile en arkadan ağır ağır yürümeye başladı. Heyecanlı veletler gibi koşmak ona göre değildi çıkan birkaç kişinin aksine. “ Philippe, Issa” isminin ikinci telaffuzundan sonra biraz hızlandırdı adımlarını. Tabureye oturdu ve kafasına geçirilen seçmen şapkayı dinlemeye başladı. “ Ah küçüğüm ne kadar da karamsarsın öyle! Parlak ama çok parlak bir zeka görüyorum, tüm ailende olduğu gibi. Ama yavrum kalbindeki başka duygular zekanı bastırmaya yetiyor. Şimdiden bu kadar nefretle nasıl doldurdun kalbini. Evet, bu Philippe’yi nereye yerleştireceğimi biliyorum. Slytherin!” yükselen alkışlar ile tabureden inerken sonunda şu aptal şapkanın susup onu bir binaya yerleştirmesine hem de Slytherin’e yerleştirmesine gülümseyerek masaya doğru ilerledi. Nedendir bilinmez ama eski arkadaşını özellikle bularak yanına oturdu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nylénia Ethel Calanthe
Ravenclaw I. sınıf



Mesaj Sayısı : 3
Kayıt tarihi : 09/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimePaz Kas. 16, 2008 9:12 am

"Merlin aşkına! Sen hala uyuyor musun?"

Güneş, girdiği milyonlarca evden birinde, geniş yatağında, derin bir uykuda olan genç kızın gözlerini açma çabasıyla yüzüne rahatsız edici sarımtırak ışıklarını yollarken, genç kızın odasına saygısızca girme cüretini göstermiş, ondan bir iki yaş daha büyükçe olan, sarışın kızın bu işi güneşten daha etkili bir şekilde yaptığı bir gerçekti. Lethe kulağından bir iki santim uzaktan ne söylediği belli olmayan, cırtlak ses sayesinde basılmışçasına yatağından fırladı. Uykunun tatlılığı yüzünden koyu lacivert renge bürünmüş gözlerinin görüşü pekiyi sayılmazdı. En azından hemen tepesinde olan kızı sadece bulanık et parçası olarak görüyordu. Tabi bu onun için kesinlikle iyi bir şeydi yoksa gereksiz derece de kasılmış bir yüz görecekti ki, bu da onun için güne başlamanın güzel bir yöntemi sayılmazdı. En sonunda gerçek dünyaya adım atmayı başardığında, hala görüşü net olmayan gözlerinden çıkan ateşi tutmaya tenezzül etmeden bağırdı; "Oradan bakınca ne yapıyor gibi görünüyordum gerizekalı? Merlin'in rugan ayakkabıları, daha yeni sabah oldu!" Gerçekten de öyleydi. Lethe bütün bir gece annesinin hıçkırıkları yüzünden uyuyamamıştı. Genç kadının etkileyici ve dramatik hıçkırıkları ne hikmetse onun odasına kadar ulaşıyordu. Gözlerinin önündeki rahatsız edici bulanıklık ortadan kaybolduğunda, onu sabah keyfinden sabah fiyaskosuna sürükleyen kişiyi tamamen seçebiliyordu. "İşte bu çok güzel! " cümlesi belli belirsiz dudaklarından dökülürken, gözlerini tavana dikerek, yukarıda Merlin ya da artık kim varsa neden başına Neutrecia gibi bir kuzen verdiği sitem dolu bir şekilde sorguladı. Bu kızın ona kendini bildiği günden beri, bir hayrı dokunmamıştı. En sevdiği elbisesine vişne suyu dökmekten tut, başını kum havuzuna gömmeye kadar birçok şey bu sevimsiz kuzen tarafından gerçekleştirilmişti. Şu an bilmese de, gelecekte bunları kıskandığı için yaptığını öğrenecekti ama çok zaman vardı. Lethe, kaç dakikadır, yastığının üzerinde, üzerindeki ince pikeye sarınmış olarak durduğunu bilmiyordu ama en sonunda başka bir pozisyona geçmesi gerektiğini hissederek, hızlı bir şekilde yatağından kalktı. İngiltere’nin boğucu ve sıcak havası yüzünden ter içinde kalmış, üzerindeki beyaz, ince geceliği yer yer üzerine yapışmıştı. Rahatsız bir şekilde ensesini ovalarken, boynunun tutulmuş olduğunu fark etti. Yüzünde limon yemiş gibi bir ifade belirirken, mavi gözleri uzun zaman önce bakmayı kestiği halde hala yerinde duran kuzenine kaydığında, az önceki bağırmasından daha da korkunç olan ipeksi bir fısıltıyla konuştu; "Sanırım önünde giyinmem pek doğru olmaz Neu." Karşısındaki genç kız hiçbir şey söylemeden dışarı çıkarken, Lethe aldığını fark etmediği bir nefesi sesli bir şekilde vücudundan dışarı atarken, kestane renginin kızılla kaynaşmış, özel bir renge sahip dolabının gıcırdamasından uzun süre dert yandığı kapağını açtı. Kulak tırmalayıcı bir gıcırdama odada yankılanırken, Lethe bu sefer pek aldırış etmemiş, ne giyeceğine karar vermeye çalışıyordu. Annesi eşyalarını dün toplamış olduğu için, geriye pek bir şey kaldığı söylenemezdi. Beyaz bir elbise, bir kot pantolon-annesi unutmuş olmalı-, siyah bir bluz ve blero. Tabi bolca takı... Lethe her ne kadar beyaz giymekten hoşlansa da, gideceği yolun uzunluğunu düşünmek zorundaydı. Bu neden kotu, bluzu ve boleroyu hızlı bir şekilde üzerinde giyerken, takı olarak da üzerinde kocaman siyah bir taş bulunan kolyeyi takmıştı. Bunu ona babası hediye etmişti. Her şeyin yolunda olduğu, güzel günlerden birinde... Lethe'nin biçimli yüzü aniden hissettiği acı yüzünden hafifçe kasılırken, artık bunu düşünmemesi gerektiğine karar verdi. Onları terk eden alçak adam yüzünden yeterince gözyaşı dökmüştü. Teyzesiyle fingirderken, babasının onları düşündüğünü hiç sanmıyordu. Bir an için boynundaki kolyeyi çıkarmayı düşünse de, bundan vazgeçti. Bu artık onun için bir savaştı. Dün ve bugün arasında… Lethe de yenilmemeye kararlıydı. Yatağının altına attığı el çantasını hışımla eline aldı ve aşağıya indi.

Salon’a geldiğinde annesi, bir koltuğa çökmüş gözleri kapalı oturuyordu. Yüzünde tıpkı Uzakdoğulu rahiplerin meditasyon yaparken, takındıkları o uçmuş ifadeden vardı. Sanki zaman ve mekân kavramı onun için uzaklarda kalmış bir kavramdı. Lethe içinde aniden yükselen, gülme isteğini güç bela bastırırken, annesinin Nirvana’ya ulaşmak gibi bir niyetinin olmadığından emindi. Fakat o kadar komik görünüyordu ki! Yüzünde titreşmeye başlayan gülümseme az önceki olayı neredeyse unutmak üzere olduğunun kanıtıydı. En sonunda annesinin ruhunu zirveye çıkarma planından çıkarması gerektiğini fark etti. Yoksa hiçbir şey yiyemeyecekti ve aç bir Lethe’nin karşılığı sinirli bir Lethe’ydi. Annesinin iyiden iyiye geçmiş yüzüne bakıp, sessiz bir kahkahanın içinde yankılanmasına izin verdikten sonra, genç kadının sedef gibi duran beyaz kolunu hafifçe dürttü. “Anne, hadi kalk. Nirvana kaçmıyor!” Sybélla Charita hafifçe esnerken, hiçbir şey anlamamış surat ifadesiyle ona baktığında –Merlin’e şükür- mimiklerini zar zor kontrol altına almıştı. Yeşil gözler onun artık cam mavisi olan gözlerine kayarken, genç kadın elini alnına vurdu. “Merlin, sen bugün gidiyorsun değil mi?” Annesinin unutkanlığı yüzünden gözlerini devirirken, Lethe kızmaması gerektiğinin farkındaydı. Kadın kasım ayında başlayan bir okuldan mezun olmuştu sonuçta. Genç kadın yavaşça yerinden kalktığında, nedensiz bir şekilde gözleri büyümüştü. Lethe, gözlerinin takıldığı yere baktığında, zaman denen kavrama güvenmemesi gerektiğini daha net bir şekilde anlamış oldu. Çünkü eğer biraz daha oyalanırlarsa, geç kalacaklardı. Genç kadın ona verilen lakaba yakışacak bir hızla ayağa kalktı. Yaklaşık iki üç dakika sonra evden dışarı çıkmışlardı. Lethe evinin önünde duran ve genellikle odasına birkaç yaprak bırakan çınar ağacına şöyle bir baktı. Özleyecek miydi? Bilmiyordu. Daha gitmeden duyulan özlemi saçma buluyordu. En sonunda annesi onu dürterek kendine getirirken, evin yanına yanaşmış olan taksiye binmesi gerektiğini fark etti. İşte en sevdiği kısım başlıyordu.

Yarım saat sonra, Nylénia neredeyse yuvarlanarak kendini taksiden dışarı attığında, ciğerlerine dolmaya başlayan serin havayı daha da çok içine alabilmek için derin bir nefes aldı. Hayatı boyunca yaptığı en kötü şeylerden biri buydu. Normalde taksiye veya başka toplu taşıma araçlarına binmekten her zaman hoşlanmış olanLethe, şimdi kusmak üzereydi. Taksinin içi osuruk bombası ve bozulmuş peynir kokusunun tam ortasında bulunan, tanımsız bir koku etrafı ve burun deliklerini baştan aşağı yıkamıştı. Annesi şiddetli bir şekilde öksürdüğünde, en azından kendisi kadar kötü birilerinin de var olduğu hissederek, kendini bir parça avutmuştu. Fakat bu mutluluk da diğerleri gibi kısa sürmüştü. Dikkatle etrafına bakarken, istasyonun giriş kapısında, en tepede duran Gregoryen tarzı saate gözü iliştiğinde, artık yürümekten ziyade koşması gerektiğini anlamıştı. Az sonra istasyondan içeri girmişlerdi.”Hadi anne!” Arkasındaki kadın, hızla ona yetiştiğinde zaman dolmuştu. Valizini çabucak trene atarken, annesine hızlı bir veda öpücüğü vermiş ve trene binmişti. Aceleden etrafına bakmaya fırsatı bile olmamıştı. Sadece hayal meyal işittiği ve tanıdık gelen bir sesin İssa demesi dışında, hiçbir şey görememişti.Fakat çok bir şey kaybettiği de söylenemezdi. Yılışkan bir şekilde çocuklarına sarılan ebeveynler onun sadece midesini bulandırıyordu. Kendine güzel bir yer bulabildiğinde ise tren çoktan hareket etmişti. Etrafına bakmak ona zevk veren bir şeydi fakat gözlerini yavaş yavaş esir almaya başlayan uyku yüzünden çok sevdiği orman manzarasını izleyebildiği söylenemezdi. Derin bir sessizlik ve sonsuz bir karanlık… Lethe için uyku bu demekti. Görücü bir aile için en kötü durumu yaşıyordu. Nadiren rüya görürdü. Zaten onları da hatırlamazdı. Annesi zamanında üzerinde lanet olduğundan şüphelenmişti fakat pek bir şey yapmamıştı. Zamanı geldiğinde elbette onun da güzel kehanetler yapacağına inancı tamdı. Lethe ise çılgın bir kahin olmamak için bunun tam tersi bir şekilde dua ediyordu. En sonunda, gözleri ufak bir sızıyla aralandığında, yanaklarında yükselmeye başlayan kızarıkları hissedebiliyordu. Gözlerini tam anlamıyla açabildiğinde, hayatı boyunca hiç görmediği çocuklar, üzerlerine cübbelerini giyiyordu ve bunun tek anlamı vardı; gelmişlerdi. Lethe bütün yolculuk boyunca nasıl bu kadar ağır uyuyabildiğine şaşırmayı sonraya ertelerken, üzerine tam onun bedenine göre yapılmış, siyah cübbesini geçirdi ve o da aceleyle diğerlerinin arasına karıştı. Hava tamamen kararmıştı ve bu da Lethe’nin işine geliyordu. Karanlığı her zaman sevmişti. Aslında kısa ama çok uzunmuş gibi gelen bir kayık yolculuğu sonunda-o kocaman göle bu kadar küçük kayıklar kullanılması aptallıktı- hemen yanında duran kızın kusmasını izlemeden hemen şatoya yönelmiş grubun içine girdi. Lethe mavi gözlerini kocaman açmış, karanlığın içinde bir şeyler görmeye çalışırken, en sonunda aydınlık bir yere geçmişlerdi. Bu seferde önlerinde duran genç ve güzel bir kadın, kendini tanıttı. Siyah gözleri öğrencilerin üzerinden geçerken, nedense güzel ama tehlikeli yakıştırmasını Profesör’e atfetmişti. Genel olarak bu kadar yumuşak ama bu kadar sert bakan kadınlar bu şekilde tanımlanırdı. Lethe kadının dediklerini can kulağı ile dinlerken, tahmininde haklı olduğunu düşündü. O Kara Büyü Profesörüydü. “Ah, harika. Annem bunu duysa sevincinden bayılırdı.”cümlesi ağzından ince bir alayla çıkmış ve şaşkınlık yüzünden aha sesleri çıkaran grup sayesinde erimişti. Lethe seçime gideceklerini duyduğunda, diğer birinci sınıflara göre gayet sakin bir şekilde, beklerken bir yandan da cübbesinin üzerinde az sonra işlenecek olan armaya ait olan yere bakıyordu. Gerçekten de bir şey hissetmiyordu. Tüm hayatını etkileyecek bir seçim olabilirdi fakat heyecandan eli ayağa birbirine giren o salaklardan olmayı kesinlikle istemiyordu. Bu nedenle babasından ona geçen bu sakinliğe şükrederken, Profesör’ün ağzından çıkan isim yüzünden, kalbinde hafif bir tekleme hissetti. “Calanthe, Nylénia Ethel.” Masaların arasında süzülürken, mavi gözleriyle ona tuhaf tuhaf bakan bir çocuğa ölümcül bir bakış atmayı ihmal etmedi. Koyu renkli saçlarını şöyle bir savurduktan sonra, tabureye oturdu ve az sonra tüm dünyasını var edecek, şapka başına kondu. ” Bir bakalım küçük Calanthe de neler var? Soğukkanlılık, bu yaşta bir kızda en son bulunan şeydir. Fakat sende bolca olduğunu görüyorum. Zeka ve merak? Güzel bir ikili olduğunu söylemem lazım, küçüğüm. Biraz daha kurnaz olsaydın, binanı hiç zorlanmadan söylerdim. Başka neler varmış? Hayalgücü? Bir Calanthe de en çok bulunan şey. Sende de var ama sen gerçekçi bir kızsın. Belli oluyor. Eh, bence mavi sana çok yakışacak. RAVENCLAW!” Lethe, gözlerine aniden dolan ışıkla rahatsız olurken, alkışlar yükselen masaya doğru ilerlemeye başladı. Aslında Slytherin olmayı isterdi fakat şimdiki binası da güzeldi. Belki de gelecekte bu binayı daha da çok sevecekti. Bu umutla masaya oturduğunda, etrafına üşüşen çocuklarla tanışmaya başlamıştı bile.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Angie Lilith McCullers
Hufflepuff I. Sınıf
Angie Lilith McCullers


Mesaj Sayısı : 14
Asa : 13 inç, Gül Ağacı, Ejderha Yüreği Teli, Vızıldar
Evcil Hayvanı : Mosha - Baykuş
Lakap : Alisa
Rp Yaşı : 11
Kan Statüsü : Muggle Doğumlu
Desteklediği Taraf : Aydınlık Taraf
En Belirgin Özelliği : İyilik Meleği
Kayıt tarihi : 18/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimeSalı Kas. 18, 2008 12:24 pm

- Bize sık sık yaz Alisa.
- Kasabadakiler baykuşları garipser diye önemseme biz bir bahane buluruz.
- Sakın sıkı giyinmeyi unutma! Kış geliyor.
- Tamam Caroline geç kalacak.
- Anne baba! Ben iyiyim! Gerçekten! Sık sık yazacağım ve sıkı giyineceğim!


Ang usulca anne ve babasını aynı anda kucakladı ve ikisinin de yanaklarına birer öbücük kondurdu. Mektup geldiğinden – 23 gün 12 saat 32 dakikadan- beri McCullersları bir telaş sarmıştı. Caroline de, Ryan da biribrilerini sakinleştirmeye çalışıyorlardı ama ikisi de birbirinden fenaydı. Ang peron dokuz üç çeyrekten az sonra kalkacak olan Hogwarts Ekspresi’ne binerken fark etti bunun hayatındaki bir dönüm noktası olduğunu. Anne ve babasını özleyecekti ama Hogwarts onun için başka bir dünyayı ifade ediyordu. Nitekim öyleydi de… O bir “cadıydı” Tüm o fantastik romanlarda olduğu gibi. Çoğu zaman sürükleyici romanlar dışında kitap okumayan Ang yirmi üç günde yaklaşık elli tane kitabı bir solukta okumuştu. Büyücülük dünyasıyla ilgili öğrenmesi gereken temel şeylerin en azından en elzemlerini öğrendiğini düşünüyordu fakat her kitapta karşısına yeni bir terim çıkıyor ve bu da yeni bir kitabı ifade ediyordu. Diagon Yolu’ndaki kitapçı Ang sayesinde köşeyi dönmüştü. Hatta son aldığı birkaç kitapta indirim yapmış ve Ang onları okuduktan sonra ona geri götürünce parasının büyük bir kısmını da geri vermişti. Evhamlı ailesi nedeniyle Ekspres’e son derece erken gelmiş olan Ang önlerden bir kompartımana rahatça kuruldu. Sağ kolunu sama dayayıp sol eliyle ailesine el salladı ve tekrar düşünceler alemine daldı. “Cadılık” garip şeydi, büyü dışı olan insanlara denilen Muggle adlı iki insandan dünyaya gelmiş olmak daha da garipti. Fakat Ang okuduğu kitaplardan yalnız olmadığını olmadığını öğrenmişti, büyücülük dünyası ile ilgili okuduğu bunun kadar güzel olmayan birçok şey gibi. Çoğu yeni kitap satırların arasına bir şifre yazmış gibiydi. Bu şifrenin okunmasıysa bir o kadar kolaydı. Herkes asırlardır süregelen Karanlık ve Aydınlık’ın mücadelesinin Hogwarts’ta yeniden alevleneceğini işaret ediyordu. Ang tarafını seçmekte gecikmemişti. İyilik, aydınlık, gün ışığı ve gerçek adalet bunların hepsi tek bir tarafı gösteriyordu Aydınlığın Yandaşlarını…



Siyah uzun saçlı son derece güzel bir kadın olan Profesör Carlisle, tüm birinci sınıfları peşine takıp Büyük Salon’a doğru ilerlerken Ang neredeyse önündeki kızın siyah uzun cüppesine takılıp düşüyordu. Heyecandan bacakları tir tir titriyor ve bir yandan da binlerce kitapta bahsedilmiş olan o Seçmen Şapka’nın kendisini hangi binaya seçeceğini deli gibi merak ediyordu. En azından bir ihtimali elemişti fakat önünde daha hangisine yerleşeceğini ön göremediği üç bina vardı. Bir Slytherin olması imkansızdı, hırs ve kurnazlığın zerresi bulunmazdı onda. Gryffindor ihtimali de pek yüksek değildi o kadar cesur görmemişti kendini. Zekiydi ama bu da fazla övünmek gibi olurdu. Mantığı da hiçbir zaman duygularının önüne geçememişti, bir Ravenclaw değildi. Adaletli ve yardımseverdi ama bunların da temel özelliği olduğundan emin değildi. Hufflepuff olursa yine de çok sevinirdi. Büyük Salon’a dizilmiş beklerken tüm birinci sınıflarda Ang içindeki duygunun ne merak ne de heyecan olduğunu çözdü bir anda. Hiç böyle bir şey okumamıştı ama her şeyin bir ilki vardı. Hiçbir binaya uygun görülmemekten gerçekten korkuyordu. Bir an için o anın hiç gelmemesini diledi, isminin hiç okunmamasını . Fakat onlarca kişiye rağmen, Ang’e birkaç saniyeymiş gibi gelen bir süre zarfı içinde birden “M” harfine gelinmişti. Maltein, Marcus , Marks … Birden Ang’in yüreği hopladı.

“McCullers, Angie Lilith”

Ang kısa bacaklarını zorlukla öne attı ve sanki adı okunulunca birden uğultular kesilmiş herkes ona dönmüş gibi geldi. Usul usul Şapka’nın bulunduğu sandalyeye doğru ilerlerken, gözleri anne ve babasını aradı ama burada değillerdi. Burada olamazlardı. Herhangi bir akrabası profesör olan birkaç kişinin dışında kimseye destek olacak birisi yoktu burada. Fakat bazılarının buna ihtiyacı yoktu zaten, onların nereye gidecekleri doğdukları gün kulaklarına fısıldanmıştı. Bu kişilerin çoğu da zaten Slytherin’deydi. Ang onlardan biri olmadığı için şükretti ve usulca sandalyeye yerleşip şapkayı başına geçirdi. Şapka’nın gür sesi zaten tedirgin olan Ang’i neredeyse sandalyeden zıplatıyordu.

“Korkamayın Bayan McCullers, sizi yemem. Hangi binaya seçileceğiniz konusunda endişe duymanıza da gerek yok çünkü sizin yeriniz zaten belli! İnsanlar için kendisini feda edebilecek kadar yardımsever ve Engizisyon Mahkemesi dışında tüm mahkemelerde yer alabilecek kadar adaletli! Hufflepuff!”


Ang alkışlar içinde sarılarla bezenmiş Hufflepuff masasına doğru ilerken gerçekten istediği şeyin bu olduğunu fark etmişti. Orada yerini alıp etrafa gülücükler saçarken ise içindeki tek his saf mutluluktu. Tabi ki şimdi başına neler geleceğini soran merak dışında… Çünkü bu binada olmanın büyük bir direnç gerektirdiğinin farkındaydı. Savaşın merkezine düşmüştü çünkü tarafını açık ve net bir şekilde duyurmuştu Seçemn Şapka. Ang ise bunun yalnızca bir kısmının bilincindeydi.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucianna Anabelle Lincoln
Slytherin I. Sınıf
Lucianna Anabelle Lincoln


Mesaj Sayısı : 115
Kayıt tarihi : 15/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimeÇarş. Kas. 19, 2008 7:50 am

Berbat geçen tren yolculuğundan sonra kısa bir süreliğine de olsa düz bir zemin üzerine basmak oldukça rahatlamıştı Anabelle'i. Her ne kadar kendine bile itiraf edemese de kısa veya uzun olması değişmeksizin bu yolculuklar kızı etkiliyordu. Ama o kadar inatçıydı ki bunu bile kabullenmek istemeyip, sadece derin bir nefes alarak trenden inip kayıkların bulunduğu tarafa doğru diğerleriyle birlikte yürümeye başladı. Bu sırada rende bulunduğu durumdan dolayı fazla aklına gelmemiş bütün sorular bir bir aklına üşüşüyordu. Hogwarts tümüyle bir sorunken yanında bir sürü soru oluşturuyordu beyninde. İçini çekerek tek başına yürüse de etrafına bakınmaktan da geri kalmıyordu. Arkadaş edinmek için kendini yırtmasa da yalnız kalmak isteyeceği son şeylerden biriydi. Bu yüzden kasılmamak için çabalıyor, kendisini rahatlatmaya çalışıyordu. Ama rahatlamak bir yana gözünün önünden geçen turuncu-kızılımsı saçlar rahatlayan sinirlerinin tekrar gerilmesine sebep oldu. "Cordell." dedi dişlerinin arasından sinirle. Kayıklara gelene kadar da rahatlayamadı. Suyu gördüğünde artık içinden küfretmeye başlamıştı bile. Yaşına ve duruşuna yakışmayacak küfürleri içinden söyleyip, dışarıya taşırmamaya çabalarken bir yandan da önündeki boş kayığa yerleşmeye çabalıyordu. İçindeki ufak tefek bir kıza şöyle bir kaşlarını çatarak baktıktan sonra yanındaki oğlana çevirdi gözlerini. Sonra aldırmadan kayığa atladı ve ikilinin karşısına oturup hiçbir şey söylemeden kayığın ilerlemesini bekledi. Herkes telaşla yerleşmeye çalışırken Anabelle yaşına uymayan bir ciddilikle etrafı izliyor, arada sırada gözüne kestirdiği kıza göz atıyordu. Bu sırada kayık Hogwarts'a doğru yol almaya başlamış, Anabelle de gittikçe sıkıntıyla yerinde kıpırdanıp durmaya başlamıştı. Midesinin bulunması bir yana içini karatıyordu suya düşme düşüncesi.

"Ben Maureen Ava Tennant." dedi kız ortaya, ama Anabelle'e hitaben söylediği belliydi. Gülümseyen yüzünü görünce biraz yumuşadı. O da gülümseyeme çalıştı -biraz kasılmıştı ve pek de gülen biri gibi gözükmemişti- ve "Ben de Lucianna Anabelle Lincoln." dedi, sesindeki gururu ister istemez saklayamamıştı. Belli olmamasını umarak kızın yüzüne şöyle bir göz attı. Bu sırada onları kayıklara dolduran adam Hogwarts'a yaklaştıklarını söyleyerek dikkatlerini yola vermelerini söylemişti. Anabelle bu durumdan memnun oldu, ortamdaki sessizlik fazla rahatsız edici gelmişti.

Kayıktan sonraki olaylar oldukça hızlı geçmişti. Anabelle zamanın nasıl bu kadar hızlı geçtiğini anlayamadan birden Büyük Salon'un kapısına varınca şaşkınlıkla donakaldı. Kayıktan beri yan yana yürüdükleri Maureen'e şöyle bir göz attı, onun da yüzü solmuş gibiydi. Birazdan olacakları hem çok merak ediyor hem de zamanın yavaşlamasını, hatta durmasını istiyordu. "Merlin adına." diye mırıldandı içeriye girmeden önce ve içeri girdikleri anda gözü seçilmin yapılacağı tabureyi aradı. Hemen biraz ilerideydi, sonra tavan ve diğer ayrıntılar...

Yaşıtlarının toplandığı kalabalığın neredeyse sonuna doğru bir yerlerde dururken bir yandan da bir an önce kendisine sıranın gelmesi için dua ediyordu içinden. Dışarıdan ne kadar komik görünebileceğini bile bile yüzünü aniden değişen ruh haline uyduruyordu. Bir heyecanlanıyor, bir rahatlıyor ve sinirleniyordu...Bu sırada kulaklarına dolan adla irkildi ve hemen tabureye çevirdi bakışlarını. "Cordell Amy Lincoln!" Kızıl saçları yürüdükçe dalgalanan şapşal bakışlı kız kardeşi tabureye ulatı ve yıpranmış şapkayı başına geçirdi. Anabelle uzun süredir dile geçirdiği fikirleri gerçekleştiğinde sevinmek yerine sinirlendi. Kızdan nefret etmesine ediyordu ve Hufflepuff'a seçilmesine üzülmemişti ama Lincoln'ların geleneklerine bir bakıma karşı gelip onları çevreye karşı rezil ettikleri için sinirlenmişti. Belki annesinin fazla umrunda olmayabilirdi ama Anabelle babasına ne kadar kızgın olsa da kızlarından birinin Hufflepuff'a seçilmesine üzülmüştü. Anabelle'e göre asla babasına yakışan bir durum değildi. Herhalde Tanrı kendi cezasını böyle ödetiyordu adama. Ama nedense babasından çok Anabelle çekiyormuş gibi geliyordu cezayı kıza.

O bunları düşünürken ismi okunmuştu bile. Hemen toparlanarak tabureye doğru hızlı bir şekilde yürüdü. Şapkayı kendisine uzatıp sırıtan kıza tüm duygusunu açıklayan bir şekilde baktı, sertçe avuçlarına aldı şapkayı ve tabureye oturduktan sonra da aynı sertlikle başına yerleştirdi. "Hey! Yavaş ol biraz küçükhanım." Şapkaya sinirle bakamasa da onun duygularını hissettiğini biliyor ve daha düzgün konuşmasını umuyordu. "Tamam tamam, gerginliğe gerek yok. Hım...demek kız kardeşinin binasını pek sevmiyorum. Pardon pardon...üvey kız kardeşin. Bakalım...zeki denilebilirsin ama gerekmediğini düşündüğün alanlarda bu zekiliğini kullanabildiğin söylenemez. Fazla söze gerek yok!" Binası söylenmeden geçen birkaç saniye içerisinde nereye seçileceğini anlamıştı. "Doğru tahmin, Slytherin!" dediğinde de sevinçle yüzü parladı. Şapkayı kendisinden sonra gelen çocuğa verirken yüzüne bile bakmadan en çok alkışı aldığı masaya yani Slytherin'lilerin oturduğu bölüme koşarcasına yürüdü. Masanın çoğunun boş olduğu bölüme yerleştikten sonra Maureen ve diğerlerini izlemeye koyuldu. Kızın binası Slytherin olsa fena olmazdı ama fazla umursadığı da söylenemezdi. Etrafa bakmayı sürdürürken bakışları birden çaprazında oturan kıza takıldı. Bu kız...Rain...Roselda...hayır hayır Romina olmalıydı! Aklındaki silik ve ufak hatıralarını şöyle bir yokladı ve kızla yaşıt olduklarını hatırlayabildi sonunda. Muhtemelen oydu. Ama bunu neden umursamıştı ki? Neden ille de tanıdık bulmak zorundaydı? Yapması gerekne şey önüne dönüp seçimin bitmesini beklemek ve sonra da yemeğini bitirip yatakhanesinde güzel bir uyku çekmekti. Tabi kızla bakışmasalar tüm bu düşündükleri olabilir şeylerdi ama tanıdığını belli eden bu bakışmanın ardından bir şeyler söyleme gereği duydu Anabelle. "Selam. Romina olmalısın?" dedi, sesinde ne soğukluk ne de sıcaklık vardı. Gayet düzdü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Elisamarie J. A. Forét
Ravenclaw I. sınıf
Elisamarie J. A. Forét


Mesaj Sayısı : 9
Rp Yaşı : 11
Kan Statüsü : Safkan
Rp Partneri : Ignacio Ivan Chaperon
Kayıt tarihi : 19/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimePerş. Kas. 20, 2008 6:56 am

Dar ve sık ağaçların örttüğü karanlık bir patikada Hogwarts Görevlisi'nin peşinden gidiyorlardı tek sırayla. Herkesin heyecanı ve Hogwarts'ı merak edişi gözlerinden okunuyordu. Hogwarts'ı görmek için sabırsızlananlar arkadan ittirip, öne geçmeye çalışıyorlardı. Bir uğultu vardı; sızlanmalar... lanetler... mırıltılar... Adelaide, ansızın önde birinin düşeceğini gördü; ama bekçi onu tutmuştu. Her adımında çevrelerini saran ağaçlar azalıyordu ve ağaçlar bittiğinde bir göle ulaştılar. Kayıklara dörder kişinin bineceğini söylüyordu, bekçi. Sudan korkanlar bekçiyle aynı kayığı paylaştılar. Kıyıya ulaşmalarına birkaç metre kala herkesden bir sevinç nidası koptu. Hogwarts görkemli bir şekilde, odalardan gelen ışıklarla aydınlanmıştı. Mermer basamaklardan çıkarken o görkemli kapıya birkez daha baktı, koskocamandı. Her adımında biraz daha alışıyor hissediyordu kendisini Hogwarts'a. Onları bir bayan karşıladı ve bulundukları odada kalmalarını istediler, biraz sonra Büyük Salon'a, büyük sınıfların yanına seçme töreni için çıkıldı. Heyecanlı değildi aslında, zaten hiçbir zaman aşırı derecede heyecanlı olmamıştır, soğukkanlı bir insandır. Bir bayan profesör müdürün olmadığını ve kendisinin konuşma yapacağını söylemişti. Adelaide, yavaş yavaş heyecanlanmaya başlamıştı. Konuşma bitince bir şapka getirildi. Eski püskü, yamalı bir şapkaydı bu. Ağız gibi yarısına kadar yarıldı birden şapka ve şarkı söylemeye başladı tiz bir sesle. Bazıları kulağını kapattı, bazıları da dinledi. Kulağını rahatsız etse de Adelaide da dinledi. Seçim töreni başladığında iyice heyecanlandı, alfabetik sıraya göre o da erken gelecekti.

"Forét, Elisamarie Jacqueleen Adelaide!" Bacakları titreyerek öne çıkmaya çalıştı, iterek ve özür dileyerek. Sandalyedeki şapkayı kafasına geçirip, sandalyeye oturdu. Kafasının içinde bir ses yankılanmaya başladı.

"Adaletlisin, ha? Söyleyecek fazla bir şey yok Helga'ya şük... hey, dur bir saniye evlat! Sen her hareketi mantıklı, yapacaklarını iki kez düşünen, akıllı bir kızsın. Kararım kesin. RAVENCLAW!" Bir alkış koptu, mavi masadan. Ravenclaw masası orası olmalıydı, şapkayı çıkartıp sandalyeye koydu tekrar ve masaya koşarak gitti. Hogwarts'ta geçireceği günleri merak ediyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lieselotte Allmendinger
Gryffindor I. Sınıf
Lieselotte Allmendinger


Mesaj Sayısı : 14
Kayıt tarihi : 09/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimePerş. Kas. 20, 2008 6:15 pm

Hallo Hogwarts... Lieselotte midesini bulandıran kayık yolculuğunun ardından karaya basar basmaz aklından bu iki kelimeyi geçirmişti. Yeni okulunu düşündükçe heyecan ve burukluğu bir arada yaşıyordu yaz başından beri. Almanya'da bıraktığı arkadaşları, ailesini geride bırakmak onun için sandığından da zor olmuştu belli etmemeye çalışsa da. İşte bütün bu burukluk bir an için gidiverdi Lieselotte'nin kalbindeki o köşeden ve gözleri parlayarak baktı muazzam şatoya. Daha önce bunun gibi bir yeri görmemişti, ağzının açık kalmaması bile bir mucizeydi o an. Diğerleriyle birlikte içeri girdi ve başından beri izledikleri görevlinin ne yapacaklarını anlatışını dinledi sabırsızlıkla. Daha sonra kadın yine peşinde birinci sınıflarla Büyük Salon'a girdi. Kadın okula hitaben konuşurken olduğu yerde etrafını izledi Lieselotte. Tavan tıpkı duyduğu gibi muhteşem gökyüzünü içeriye sunuyordu, dışarının doğuğunu dışarıda bırakması da harikaydı. İnsan böyle bir tavanı yatak odasında isterdi herhalde, Lieselotte böyle bir şeyin mümkün olup olmadığını sormayı kafasına koydu ileriki bir zaman için. Masalar vardı bunun dışında... Babasının anlattığı binalara ait masaların her biri kendi renklerini, kendi özelliklerini barındırdan öğrencilerle birlikte somut bir gururla taşıyordu adeta. İnsanlarla birlikte olmayı seven Lieselotte'nin içi ısındı bir anda sanki, bütün bu kalabalıkta yedi yıl geçirmek çok zevkli olacaktı herhalde.

"Allmendinger, Lieselotte!"

Profesörün konuşması bittikten sonra Lieselotte de şaşırmıştı diğerleri kadar. Muggle bilimleri ilginç bir ders olmalıydı, insan muggle'ların karşısında şaşkına dönebiliyordu çünkü. Şu kara büyü de sanki insanları karanlık büyücü olarak yetiştiren bir okul imajı kazandıracak gibiydi Hogwarts'a. İnsanlar bu değişiklikleri kolay kaldırabilir miydi acaba? Ama bu konu üzerinde düşünmeye yeterince vakti olmadı Lieselotte'nin çünkü ilk birkaç öğrenciden sonra çağırıldı hemen Lieselotte. Uzun saçlarını geriye atarak ilerledi tabureye doğru, tıpkı kendisinden öncekilerin yaptığı gibi eski şapkayı başına geçirdi. Geçirmesiyle birlikte yüz ifadesini bir şaşkınlık kapladı, kafasının içinde bir konuşma dönmeye başlamıştı çünkü, ama her zamanki iç sesinin aksine İngilizce konuşuyordu bu ses ve kesinlikle bir erkeğe aitti! "Bayan Allmendinger. Aile geleneğini sürdüreceğe benziyorsunuz siz, düşünmeye gerek bile yok. Gryffindor!" Lieselotte sonuçtan memnun bir şekilde tabureden kalktı ve tanışmaya can attığı diğer binadaşlarının oturduğu kırmızı / sarı ile bezeli masada kendisine bir yer bularak oturdu. Şu seçme uzun sürmeseydi bari...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Gwendolyn Mary Dexter
Gryffindor I. Sınıf
Gwendolyn Mary Dexter


Mesaj Sayısı : 64
Kayıt tarihi : 15/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimeCuma Kas. 21, 2008 12:28 pm

Tren boyunca trene binmeden önceki vedalaşmayı düşünüp durmuştu. Aslında daha çok bir hafta önce annesiyle aralarında geçen vedalaşmayı düşünmüştü. Babasının ailesi annesinin şehir şehir gezdiğini bahane ederek Gwendolyn'inin kışları babasının yanında, yazları da annesinin yanında geçirmesini sağlamışlardı. Ama Gwendolyn'e de annesine de bu yetmiyordu. 3 ay gibi bir süre daha 11 yaşındaki bir kızın annesine duyduğu özlemi geçirmekte tabiki de yetmezdi! Ama bunu hiç kimseye anlatamıyordu. Ve muhteşem geçen 3 aydan sonra tek tesellisi teyzesi ve annesi sayesinde çok güzel bir alışveriş yapmak olmuştu. Sonra tekrar Dexter'ların Malikanesine...Geçen bir haftada kafayı yeme noktasına gelmiş ve son gün havalara uçarak gelmişti onu Hogwarts'a götürecek olan trene. Ama bir vedalaşma daha kaldırması gerekiyordu güçlü bünyesi. Babasıyla aralarında geçen vedalaşma annesininkinden sonra tuz biber ekerek kızın iyice içine gömülmesine sebep olmuştu. Bir yanda Hogwarts'ın, yeni yuvasının getirdiği heyecan ve bir yanda ayrılıklardan yaşadığı burukluk...Gene de dimdik ayakta kalmak zorundaydı. Trenden inmek üzereyken sürekli bunu tekrarlıyordu kendisine. İndikten sonra hemen etrafına baktı. Herkes kaynaşmaya başlamıştı. Aynı kompartımanda bulundukları 3 çocuk hemen kayboluvermişti kalabalıkta. "Eee, şimdi n'apıcam?" dedi kendi kendine. Önünde ilerleyen koyu tenli kızın garip garip kendisine baktığını görünce hemen sesini kesip ilerlemeye devam etti. Belli ki biraz fazla yüksek sesle mırıldanmıştı...Bir süre sonra yapması gereken tek şeyin kalabalığa uyup ilerlemek olduğunu anladı. Kayıklara vardığında suyu görünce yüzünden küçük bir gülümseme geçmişti, suya aşık bir cadı olarak kayık gezintisi oldukça hoş olacaktı. Hemen boş olan bir tanesine atladı çoğu kaşlarını çatmış kayıklara göz atarken. Önünden geçen koyu tenli kız ve ufak tefek sarışın bir oğlanın da kayığa binmesinden sonra aynı anda bütün kayıklar harekete geçti ve garip yolculuk başladı.

Yolculuk tamamlandığında gözleri büyümüş, Hogwarts'a hayranlıkla bakakalmıştı. Hayatı boyunca hem annesinin ailesi hem de babasının ailesi sayesinde gayet güzel evlerde yaşamış, çok güzel yerler görmüştü ama Hogwarts gibi bir yeri asla görmemişti...hem daha sadece dışını görmüşlerdi. Bir de içi vardı! Heyecanla kayıktan indi, neredeyse suya düşecekti hatta. Arkasındaki bir çocuğun tutmasıyla dengesini sağlayabilmiş ve "Teşekkürler." dedikten sonra gülümseyip yoluna devam etmişti. Sonrasında bütün öğrenciler Gwendolyn'nin neresi olduğunu çözemediği bir yerde toplanmış ve bir büyük -muhtemelen Profesörlerden biriydi- tarafından bilgilendirildikten sonra seçme işleminin yapıalacağı yere doğru ilerlemeye başlamışlardı. Çoğu kişi heyecandan titremeye veya neşeyle koşuşturmaya başlamıştı. Gwendolyn de neşelenenler arasındaydı ama aynı zamanda kaygı duyuyordu. Hem annesine yazın başından sonuna kadar hem de babasına okula gelmeden bir hafta önce ailedeki büyüklerin binalarını teker teker sormuştu ve iki ailede de neredeyse her binadan akrabası olduğunu farketmişti. Hem de en yakınlar en zıt binalara gidenler olmuştu. Bu yüzden en ufak bir fikri yoktu ama görünüşe göre herkesin kafası karışmıştı.

İhtişamlı kapılardan geçtikten sonra içeriye girer girmez 4 farklı binanın öğrencilere şöyle bir göz gezdirdi. Neşeyle birbirleriyle konuşup bir yandan da yeni gelenlere göz atmaya başlamışlardı. Gwendolyn izlenmekten rahatsız olmayıp aksine mavi gözlerini hepsine dikti. Bu sırada tavan ve diğer şeylerin fazla dikkatini çektiği söylenemezdi. Sihirli şeylere fazlasıyla alışkındı ama kendisinden bu kadar az yaş farkı olan bunca insanın arasında bulunmak fazla alışkın olduğu bir şey değildi. Merakla etrafa bakınmaya devam ederken bir yandan da yavaşça toplanan kalabalığa karışıyordu. Zaten kısa bir süre sonra da ismi okunmuştu. Aceleyle tabureye doğru ilerledi, şapkayı sarışın bir kızdan alıp tabureye oturdu ve hemen kafasını şapkasına geçirdi. "Aslında gördünüğü kadar sıkıcı bir iş değil. Gerçekten." Şaşkınlık değil de biraz utanmışlık vardı. "Ta-tabi, öyledir." diye mırıldandı, kimse duymamıştı. "Bakalım...Bir Dexter ve bir Taiven'in kızı. Zeki bir kızsın, ama Ravenclaw'luların yanında fazla parlamayan bir zeka. İyi niyetlisin ama çok da eşit davrandığın söylenemez. Tamam, sen tam da annenin kızısın! GRYFFİNDOR!" Son sözcüğü bildiği gibi salona haykırmıştı. Şapkadan hoşlanmıştı, aslında Gryffindor'a seçilmesi değildi onu mutlu eden. Annesine benzediğinin söylenmesiydi, hem de birinci el bir kaynaktan. Uzun, kızıl saçlarının savrulmasını engelleyemerek koşup yüksek alkışlarla Gryffindor masasına vardı. Boş bulduğu tarafa otururken aklındaki tek şey uzun bir süre ona yuva olacak binasıydı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Spencer Jude Warrington
Ravenclaw I. sınıf
Spencer Jude Warrington


Mesaj Sayısı : 111
Kayıt tarihi : 09/11/08

Seçme Töreni ve Açılış Empty
MesajKonu: Geri: Seçme Töreni ve Açılış   Seçme Töreni ve Açılış I_icon_minitimeC.tesi Kas. 22, 2008 5:33 pm

Spencer, hayatının şokunu ancak tren istasyonuna gelip oldukça görkemli olan manzarayla karşılaşınca atlatabilmişti. Daha küçücük bir çocukken bile ya kendisi yataktan kalkıp aşağıya inmeyi bilmişti, ya da annesinin emriyle evcini tarafından aşağı sürüklenmişti. Ancak o sabah hayatında ilk defa annesinin parfümünün kokusu gelmişti burnuna yatağının başında. Kadın, kim bilir ne zaman girdiği odada hiç de yabancı durmuyordu ancak yüzünde bir gülümsemeyle uzun tırnaklı ellerini oğlunun üzerine koymuş, uyandırmıştı Spencer’ı. O andan itibaren kahvaltı da dahil olmak üzere sabah acayip geçmişti. Gerçi, evden çıkarken annesinin işiyle ilgili mırıldandıklarından gereğinden fazla şey beklememesi gerektiğini anlamıştı ancak o ana kadar bile ilginç bir sabah olduğu kesindi. Kahvaltıda babası Gelecek Postasından çok kendisiyle ilgili görünüyordu. Adamın en büyük umutlarından birinin oğlunun o akşam yapılacak seçmede kendi binası olan Slytherin’e seçilmesi olduğunu biliyordu zaten. Ancak iki taraflı baskıya rağmen kararını vermiş değildi. Herkes binaları eski bir şapkanın seçtiğini söyleyip dursun, Spencer kendi iradesinden ve isteklerinden bağımsız bir şekilde, istemediği bir yere seçilmeyi reddediyordu. Slytherin aile içinde en çok tercih edilen olsa bile Ravenclaw’ın da onun kadar rağbet gördüğü kesindi. Bütün bu bina muhabbetinden sıkılan Spencer masadan kalkıp kapıya yöneldiğinde aslında orayı özleyeceğini itiraf edebildi kendine. Hayatı boyunca yaşadığı o ev, kimi zaman sıkıcı, kimi zaman bunaltıcı gelmişti ama o andan sonra 7 yıl boyunca ancak yaz tatillerinde görebilecekti evi. Birileri, büyük ihtimalle ev cinleri tarafından kapının önüne konmuş sandık koridorun ucundan gözüne çapıyordu. Spencer ise koridordaki kapıların her birini açıp eski ancak oldukça değerli mobilyalarla dolu olan odaların kokusunu içine çekerek oyalanıyordu. Sonunda kapının önüne gelmişti ve kadife bir ceketi Londra’nın her daim serin havasından korunmak istercesine omzuna attı. Babası ve annesi uzun süreden beri ilk defa yan yana durmuşlar, arkasında bekliyorlardı. Annesinin tembihleri, babasının tam olarak nereden geçeceğine ilişkin uyarılarını da dinledikten sonra o evde pek işi kalmamıştı. Kapıdan çıkıp muggle yolu olarak kabul edilen siyah bir taksiye binerek King’s Cross’a doğru yola koyuldu.

King’s Cross’a girip Hogwarts Ekspresinin durduğu perona ulaşınca derin bir nefes aldı. Pek belli etmese de içinde bir heyecan, belki ufacık da korku vardı ama aileleriyle vedalaşan yaşıtları ya da kendinden büyük öğrencilerin arasından geçerken sanki orada ilk defa bulunmuyormuş gibi omuzlarını dik tutmaya özen gösterdi. Üzerindeki kadife ceket trenin buharından fazla gelmeye başlamıştı. Çıkararak üzerindeki gömleğin kollarını kıvırdı ve ceketi de sandığının üstüne atarak boş bir kompartıman bulma umuduyla trene çıktı. Koridorlardan geçerken kimi yerde kafasını içeri uzatıyor, kimi yerde camlı kapılara bakmadan geçip gidiyordu. Sadece bir kızın, oldukça havalı ve kendine güvenir bir edayla eşyalarını kenara yerleştirmeye çalışan bir kızın olduğu kompartımana geldiğinde kapıyı hızla açtı. Kız irkilmemişti ancak dönüp bakmayı da ihmal etmedi. İşini bitirmiş gibi kendisine gülümseyerek kapıya yöneldi. Kendi sandığını kapıdan geçirmiş içeri girmeye çalışan Spencer ise kızla karşıya kalmıştı. Gülümsemesi birazcık olsun azalmayan kız onu kapıya biraz daha ittirerek kapıdan geçti ve kızın eşyalarının bulunduğu koltuğun karşısına yerleşmeye başlayan Spencer’ı bir süre düşünceler içinde bıraktı. Ancak bu süre çok da uzun değildi, zira kız kısa bir süre sonra yerine geçmişti bile. Camdan oldukça kalabalık bir kadın grubuna el sallayan kızı izleyen Spencer trenin hareket etmesiyle kafasını çevirdi. Bu bir işaretmiş gibi kendisine dönen kız duyulur bir şekilde mırıldandı. “Maureen Ava Tennant.” Kızın parlayan gözlerine gülümseyerek cevapladı Spencer. “Spencer Jude Warrington. Tanıştığımıza memnun oldum Maureen. Eğer bu ismi kullanıyorsan elbette.” Bir an durduktan sonra kızı denemek istermiş gibi devam etti konuşmasına. Kendisinin yalnızlığıyla ilgisi yoktu onun kocaman ailesi hakkında yorumlarının. “Kabile halinde mi yaşıyorsunuz?” Maureen de kendisi gibi bir an durduktan sonra burnunu kıvırarak konuştu. “Evet, Afrikalıyız.” Sözlerin üzerine bir an kalan Spencer kızın bembeyaz tenine ve burun kıvırmış dahi olsa dudaklarının kenarındaki alaycı ifadeye baktıktan sonra kahkaha patlattı. “Afrikalı olabilmek için fazla beyazsın.” Kız da onun gülüşlerine katıldığı anda Spencer o okulda ilk tanıştığı insanın kendi kafasına bu kadar uyan biri olmasına şaşırıyordu. En yakın arkadaşlarından birini bulmuş kadar rahat hissetmesi, uzun bir süre devam edecek gibiydi. Oturdukları kompartımana başka kimse gelmemişti ve ikili yol boyunca sürekli konuşup muhabbet etmişlerdi, birbirlerinin sözlerini keserek.

Kararan pencereler ve yanan ışıklarla beraber tren de yavaşlamaya başlamıştı. Üzerine cübbeyi geçiren Spencer karanlık içinde duran trenden adımını attığında Maureen kalabalığın arasına karışmıştı bile. Omuzlarını silkerek kızı aramaktan vazgeçti ve kendilerini yönlendiren adamın peşine takılarak bir göl kenarına geldi. Boş olan kayıklardan birine binip midesinin bulanmamasını dileyerek kafasını kaldırdığında hayatında gördüğü en görkemli şeylerden biri karşısındaydı. Kimsenin anlattıkları onu buna hazırlayamazdı. Hogwarts’ın ışıklarının su üzerindeki yansımasını izleyerek ulaştılar şatoya. Tam yanında suya düşme tehlikesi geçiren kızıl saçlı bir kıza burun kıvırarak şatoya yönelen öğrencilere yetişen Spencer içinden herkesin de o kadar etkileyici olmadığını geçiriyordu. Sıkıntı ve merakla geçen kısa bir sürenin ardından kocaman kapılardan Büyük Salon olduğunu düşündüğü bir yere adım attılar. Dışarının görkemi karşısında bir hiç olsa dahi havada süzülen mumlar ve gökyüzünün bulutlu halinin içeriye yansıması herkes kadar onun da nefesini kesmişti. Adların sırayla okunduğu süre boyunca ellerini ceplerine koymuş, terlediklerini yanındakilerden gizlemeye çalışmıştı. Yanındaki beyaz suratlı insanların pek de bu konuya dikkat etmeyeceklerini düşünemiyordu. Sıra sonuna yaklaştığında tanıdığı tek insan olan Maureen Slytherindeydi ve Ravenclaw hakkında soru işaretlerinden hala kurtulamamış olan Spencer Slytherinin o kadar da kötü olamayabileceğini düşünmeye başlamıştı. Ailesi istiyor diye bir şeyleri yapmaktan nefret ettiği için o seçeneği kafasında elemişti bir ara oysa. Sıra sonuna geldiğinde son ismi okunanlardan biri olarak öne çıktı. Bütün okulun gözü üzerinde gibiydi ve ellerini ceplerinden çıkararak ismini okuyan Profesöre gülümsedi. Kafasına eski şapkayı geçirip tabureye oturduğunda bir ses duymayı bekliyordu. “Hmm, ilk olarak şunu bilmelisin evlat, burada kararları ben veririm. Ama senin kafanın içindeki zekayı kullanmanın, iyi bir şekilde yönlendirmenin bir yolu olduğu konusunda ikimiz de hemfikiriz. Ravenclaw!” Son kelime yüksek sesle söylendiğinde kafasından şapkayı çıkarıp etrafına bakındı Spencer. Sol tarafındaki mavili masa en fazla alkışın geldiği yerdi ve oraya gülümseyerek ulaştığında içinde bir burukluk vardı. Slytherin masasında iki kızla konuşmaya başlamış Maureen’e el sallayarak ailesinin bu duruma ne kadar sevinip ne kadar üzüleceğini düşünüyordu. Etrafındaki insanlar ise seçmenin bitmiş olmasına sevinerek masa üstünde beliren yiyeceklere göz attı. Kendisi kadar yeni duran bir kız ise karşısında oturmuş ne alacağına karar vermeye çalışıyordu. Bir iç geçirip patatesten tabağına koymaya başlayan Spencer bu işlerin tahmin ettiğinden de kolay olduğunu düşünmeye başlamıştı. Bütün o gerginliğin nedenini anlayamıyordu artık.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Seçme Töreni ve Açılış
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Örnek Seçme Kartı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Dark Side of Hogwarts :: Büyük Salon-
Buraya geçin: